"2010 Kuşağı Öykü Kanonu" adını verdiğimiz ve Türk öyküsüne dergilerde, kitaplarda hayat veren yazarlarımızla birlikte bir soruşturma gerçekleştiriyoruz. Öykücüler, hem kendilerini anlatacak hem de öykü anlayışlarının penceresindeki görünen dünyayı bize aktaracaktır. On üçüncü soruştumamıza yanıt veren öykücü M. Fatih Kutlubay olacak. 1991'de Adana'da doğdu. Çukurovalı. Karadeniz Teknik Üniversitesinde hukuk eğitimi aldı. 2014 yılından beri avukat olarak çalışmaktadır. Adana Barosunda Mülteci Hakları Komisyonu üyesidir. Yazılarını yayımlamaya başladığında sinema eleştirileri ve gezi metinleri yazmıştır. Sonraları bu serüven öykü üzerinde devam etmiştir. Yazıları ve öyküleri Post Öykü, Hece, Hece Öykü, Mahalle Mektebi, Edebiyat Ortamı, Alandayız, Fakirane dergilerinde çıkmıştır. Misak'ın Aynaları adlı ilk öykü kitabı Mart 2019 tarihinde Ketebe Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Kendini kurtarmak için yazdığını ifade eden yazar, Wolfgang Borchert'i kıskandığını da söylemiştir. İlk öykü kitabı Twitter'da edebiyatçılar arasında heyecanla karşılanmak bir yana tweetler arka arkaya gelmiştir. Öyle hatırlıyorum. Bir ulusal gazeteye verdiği mülakatta kitabını ilk eline aldığında güldüğünü, uzun süre güldüğünü ve sonra da kendisine imzaladığını dile getirmiştir.
1-Metinlerinizi var eden dil olan
Türkçeye bir gün minnet borcunuzu ödemek için ne yapmak istersiniz?
Sorunuza cevap vermeye geçmeden
önce şu fikrimi beyan etmek isterim. Çeviri edebiyatın okura sunduğu zevkin
kısıtlı olduğuna inanıyorum. Bu yüzden bir edebi eseri hakkıyla okumanın en iyi
yolu, onun yazıldığı dili bilmek. Ama insan ömrünün ve belki kapasitesinin
bunun için yetersiz olduğu açık. Bu yüzden çeviri metinlere muhtaç kalıyoruz. Yazar
bizde kendi diline karşı bir merak uyandırmayı başardıysa bu durumda harekete
geçiriyoruz. O dili bütünüyle öğrenemesek de başka eserler de ilgi alanımıza
giriyor, belki dilin kurallarına ve yapısına dair genel bilgiler edinmeye
çalışıyoruz. İşte sorunuzun bendeki yanıtı da bu girişte gizli. Yazdıklarım
olur da bir gün başka dillere çevrilir ve Türkçe bilmeyen bir yabancıda
dilimizin tadını uyandırırsa ne âlâ. Türkçeye borcumu belki böyle ödemiş
olurum.
2-Türkçede öykünün şimdiki ve
gelecekteki hâli nasıldır?
Öykünün yükseldiği savı, son on
yılın dillere pelesenk söylemi malum. Bu savı destekleyenler muhtemelen çıkan
öykü kitapları ve öykü dergileri ile öykü alanında eser veren isim kalabalığına
bağlıyorlar bu durumu. Büyük oranda öykünün günümüz edebi türleri arasında ivme
kazandığına ve yerini romandan bağımsız olarak sağlamlaştırdığına katılmakla
beraber bir takım kaygılarım var. Öyküye ilgi artıyor, çünkü bu, bir çeşit
“less is more” dönemi. Az olanla
yetinmek değil yalnız. Az olanın verdiği konfor. Öykü de bundan nasibini aldı.
Hacimli eserler yerine kısa öyküler tercih ediliyor. O da yetmiyor mikroya
yöneliyoruz. Öykü günümüzde talibi artan bir tür. Fakat niteliksel artış
anlamında kaygılıyım. Son bir kaç yılda çıkan öykü kitaplarının dikkate değer
bir kısmını takip eden bir okur olarak maalesef tam anlamıyla vurulduğum kitap
sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Böyle devam ederse on yıl sonraya
birbirini tekrar eden dosyalar bütünü bırakacağız.
3-Öykü, hayatın neresindedir?
Öyküye bizim için ifade ettiği
tahkiye etme yönüyle bakmak istiyorum. Öykümüzün omurgası bir yaşanışı, bir
oluşu anlatmak ise öykü hikâyemiz hayatın başladığı yerde yanımızda yer almaya
başlıyor. Her insan, hikâyesini örüyor eliyle. Allah’ın kurduğu dekorda kendi
hikâyemizi yaşatıyor onunla yaşıyoruz. Öykücü de bu gerçeklikten faydalanmak
zorunda. Oturduğumuz yerde öykü bize vahyolunmuyor.
4-Öykünün
penceresinden Türk şiiri nasıl görünüyor?
Modernizmin öykünün peşine taktığı
varoluşçuluk akımı ve bilinç akışı yöntemi ile şiirin öyküye eklemlenme çabası
kısmen başarılı oldu ve tahkiyeden tamamen kopuk yalnızca ruhsal döküntüler içeren
metinler ortaya çıkmaya başladı. Bunu bir kenarda tutalım. Bu durum, öyküyü
törpüleyen ve özünden koparan, hadi ileri gidelim türü şiir potasında eritmeye
çalışan bir deneme çabası olarak kalacak nazarımda. Başarılı örnekler çıksa da bu
meseleye bakış açım böyle. Fakat işin kadim Türk şiirini ilgilendiren kısmında
ise başka bir mesele karşımıza çıkıyor. Hikâyesini uzun yıllar yoğunlukla
manzum olarak anlatan bir millet için bu türler arasılık anlamında büyük bir
şans var. Bu nazardan bakarsak yani öykünün manzum eserlerle, tahkiyenin yitirilmediği
bir alışverişi olacaksa kabul edilebilir bir durum. Diğer türlü öyküyü şiire ve
salt şiirselliğe feda edemeyiz.
5-Yeni medya, edebiyat ve sanata
nasıl katkılar veriyor?
Sorunuzu bilhassa sosyal medya
bağlamında değerlendirmek isterim. Sosyal medyanın edebiyata büyük bir görünürlük
kazandırdığı açık. Daha önceleri fikrî alışveriş, yalnızca küçük sohbet
grupları yahut edebiyat meclisleriyle sınırlı iken, bugün okurla birebir temasın
kurulduğu veya okurun gözü önünde edebi tartışmaların anlık cereyan ettiği
sosyal medya mecraları var. Bazen edebiyatın ve/veya edebiyatçının sırlı, özel
alanına ilişkin bir alenileştirmeyi de yanında taşıyan bu görünürlük, edebiyatı
geniş ve nispeten ilgili bir tabana yayması açısından bir olumlamayı hak
ediyor. Bir yayından, kitaptan veya herhangi eserden tüm ülkenin aynı anda
haberdar olması ile iyi bir vitrin özelliği de taşıyor. Önemli olan bunun
sınırını iyi çizebilmek. Edebiyatın sanaldan reele geçtiği çizginin iyi
hesaplanması ve neyin sanalda bırakılıp neyin reele taşınacağının iyi
belirlenmesi şart.
6-Türk edebiyatındaki eleştirinin
icrası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Eleştiri, en fazla cesaret
gerektiren tür olarak karşımızda duruyor. Edebiyatçıların ikili ilişkileri, temel
mesele. Edebiyatçıların neredeyse hepsi çağdaşları ile bir şekilde temas ve
dostluk kuruyor. Bu ilişkilerin zedelenmesi korkusu ile azalan bir cesaret
mevcut. Bir taraftan da az evvelki cevapla bağlantılı olarak sosyal medya sayesinde
görünürlüğün ve tanınırlığın artması ile edebiyat meclisleri genişledi. Kurulan
ilişki ağı büyüdü. Buna karşılık zemininin neresi olduğu (Medya mı, dergiler
mi? vs) konusu açıklığa kavuşamadı. Bunlar eleştiri icrasının ilk etapta
karşılaştığı sorunlar olarak aklıma gelenler. Bunun yanında eleştirilecek
türlere dair yetkinsizlik, tarafgirlik gibi diğer hususları da eklediğimizde ortaya
çıkan şey, eleştiri adı altında eser tanıtımı/ analiz yazıları olarak kalıyor.
7-Yeryüzüne dayanabilmek, özgürlüğe
kaçmak için ne/ler yapıyorsunuz?
Tam da şu anda yaptığım şeyi
yapıyorum. Sorular soruyorum, cevaplar arıyorum, okuyorum. Bu sorduğunuz soruları
cevaplamak için misal günlük koşuşturmamı bir zamanlığına kenara bırakıp öğle
aramı kullanıyorum.
8-Politik düşünceniz bu ülkeye
neler söylüyor?
Politik görüşüm merhamet temelli.
Allah’ın ruhumuzu yaratırken üflediği parçalarından en güzeli o zaten. Ülkemde
merhametli olmaya da merhametsiz olmaya da ilişkin çok örnek var. İlkini
arttırmak için çalışıyorum.
9-Sanat muhalif midir?
Hayatla uyum sağlamaya inanıyorum.
10-Bu sözcükler hakkında ne
düşünüyorsunuz: Kader, gelecek, günah, ölüm, rüya, kayıp, zaman.
Kader: Devasa bir bilgi sistemi. İnsanın
her şeye rağmen, yaşamak için duyduğu büyük arzunun adı.
Gelecek: Tedirginlik.
Günah: Bir karıncanın belinin
incinmesi.
Ölüm: İki metrekarelik gökyüzü. Bir
de “İnsan uykudadır, ölünce uyanır.”
Rüya: Çoğu zaman yanılma nedeni.
Kayıp: Aramaya dahi mecalin kalmadığı.
Zaman: Kayıplardan biri.
Yorumlar
Yorum Gönder