"2010 Kuşağı Öykü Kanonu" adını verdiğimiz ve Türk öyküsüne dergilerde, kitaplarda hayat veren yazarlarımızla birlikte bir soruşturma gerçekleştiriyoruz. Öykücüler, hem kendilerini anlatacak hem de öykü anlayışlarının penceresindeki görünen dünyayı bize aktaracaktır. On dördüncü soruştumamıza yanıt veren öykücü Hüseyin Ahmet Çelik olacak. 1990 yılında Adana'da doğmuştur. Türkçe Öğretmenliği ve Medya-İletişim eğitimleri aldı. İlk yazıları Gerçek Hayat dergisinde yayımlandı. Öyküleri Muhayyel, İtibar, Aşkar, Fayrap, Dil ve Edebiyat, Müdahale dergilerinde çıktı. Aynı zamanda dergilerin yayın kurullarında ve mutfağında da yer alarak, içeriklere yeni bir boyut da kazandırmıştır. Bu dergiler arasında Ayraç, İtibar, Muhayyel ve Siyah Sanat bulunuyor. İlk öykü kitabı Sevinebilirsin Suada İşte Yalnızız İz Yayıncılık tarafından 2018 yılında yayımlandı. Dergilerin hayal dünyasında önemli bir yerde olduğunu ifade eden yazar, en çok istifade ettiği dergi olarak İtibar'ı gösterir. Stefan Zweig'i kıskandığını söylüyor. Kuşağımızda en çok gidilmek istenen coğrafya olan İskandinavya'nın ilgisini çektiğini söylüyor.
4-Öykünün
penceresinden Türk şiiri nasıl görünüyor?
1-Metinlerinizi
var eden dil olan Türkçeye bir gün minnet borcunuzu ödemek için ne yapmak
istersiniz?
Yazmayı
ciddiye aldığım ilk zamanlarda sık sık gelirdi aklıma. “İçinde yoğrulduğum dile
kendimden ne katabilirim” derdim. Dil, var olmayı mümkün kılan bir araç.
Dolayısıyla dile karşı borcumuz bitmeyecek. “Bitmeyecek” derken bile ondan borç
almaya devam ediyoruz, nasıl ödeyebiliriz? Zannediyorum ki öyküye layıkıyla
emek verdiğimde başım daha dik çıkabilirim dilin
karşısına.
2-Türkçede
öykünün şimdiki ve gelecekteki hâli nasıldır?
Öykü
de her sanat eseri gibi çağının tanığı ve yankısıdır. Dünün imkânları ve
mahiyeti öyküyü nasıl şekillendirdi ise şimdi ve yarın da öyle şekillenecektir.
Şairlerin dergisinde öykü yayımlanıyordu; şimdi dergiler, künyesinde öykü editörü bulundurmaya özen
gösteriyor; öykü dergileri edebiyat ortamında başrol oynuyor. Başka vesilelerle
de söyledim, öykü hiç olmadığı kadar görünür bir tür artık. Çünkü öykü,
ustaların gölgesinde bugün. Ustaların etrafındaki gençler ilk olarak öyküyle
tanışıyor. Dergilerin posta kutusunda yüzlerce öykü var. Bu, iyi bir şey mi, değil mi, zaman gösterecek. Kâğıt bulunamayan
bir devirde dergiler yayımlanıyor, kitaplar raflarda yerini alıyordu. Ama
nasıl? Ama ne kadar? Örneğin word
programının yaygınlık kazanması bile edebiyat dünyasında taşları yerinden oynattı.
İnternet de öykünün yarınını belirleyecek. Teknolojik aletler ve aplikasyonlar,
öyküyü çabuk yazılan ve okunan (tüketilen) bir şeye dönüştürecek. Bu, iyi bir şey mi, değil mi, zaman
gösterecek. İnsanın özne olduğu
gelişmeleri son tahlilde geleneğe eklemleyebiliyoruz. Yapay zekâya öykü
yazdırılıyor artık. Bunu da ayrıca okumaya tabi tutmak lazım lakin endişeli
olmadığımı da söylemek isterim. Bilhassa öyküyü 1950’lerden sonra yazılan,
tahkiyeden nispeten uzak bir tür olarak kabul eden anlayışa hak verecek olursak
eğer zaten öykü, teknolojiyle ve yenidünya ile neredeyse akran. Değişimlere
ayak uydurmada en mahir tür olarak öyküyü göreceğiz belki de. Siyasî ve
toplumsal değişimleri, tarihteki kırılma noktalarını mevzubahis edip sözü
uzatmak istemem lakin öykünün geleceği ile insanın geleceği aynı kalemden
çıkıyor ve çıkacak.
3-Öykü,
hayatın neresindedir?
Öykü
hayatın içinde ve hayat öykünün içinde. Fakat biz yaşarken bu ikisinin arasını
açıyoruz. Hayat ile öykünün arasındaki mesafeyi kısaltmak iyi öykünün ilk
şartıdır diyebiliriz. Fakat hayat derken gerçekliğe sıkı sıkıya bağlı kalmaktan
bahsetmediğimi de eklemek isterim.
Orhan
Veli’nin şiirde yaptığı ile Sait Faik’in hikâyede yaptığını birlikte anlama
taraftarıyım. 1950 sonrası yazılan şiir ve öykü arasında da bir bağ kurmak
mümkündür. Ben penceremden baktığımda şiiri karlı ve heybetli bir dağ olarak
görürüm. Öykümün penceresinden görünen manzara da böyledir. Zannediyorum Türk
öyküsünün penceresinden görünen de çok farklı değildir.
5-Yeni
medya, edebiyat ve sanata nasıl katkılar veriyor?
Sanat,
insanın tabiatına bitişik olsa da yeme, içme, barınma gibi aslî ihtiyaçlarının
dışında kalan her şeyde sanattan bir iz aranabilir. Vita kutusunda çiçek yetiştiririz. Demek istediğim böyle bir şey.
Bu anlamda medya da sanata dâhildir.
Sanatın en ilkel medya biçimi olduğunu göz ardı etmeyelim. Bu ikisi birbirini
besliyor. İyi medya çalışması ile iyi sanat eseri aynı şeydir bir bakıma.
Kötüsü de öyle.
6-Türk
edebiyatındaki eleştirinin icrası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türk
edebiyatında eleştiri var demenin güçlüğü ile yok demenin dayanılmaz hafifliği at
başı gidiyor. Eleştiriyi nerede aradık da bulamadık mesela? Eleştiriyi twitter’da arayanlar elbet bulamayanlardır. Saç ağartan, dirsek
çürüten çalışmaları takip edenler bir parça ümitlenebilir. Müşterisiz meta
zayidir, derler. Eleştirinin bizde müşterisi yok evvela; neye yaradığını
bilmiyoruz çünkü. “İşaret parmağı” yetiyor bize. Bu iyi, bu kötü, bu bizden, bu
öteki…
7-Yeryüzüne
dayanabilmek, özgürlüğe kaçmak için ne/ler yapıyorsunuz?
Ne
yeryüzüne dayanabiliyorum ne de özgürlüğe kaçabilen bahtiyar kullardan biriyim.
“Dili yok kalbimin ondan ne kadar bîzârım.”
Varsa bir yolu, bir çaresi, siz söyleyin lütfen. Hatırlayınız, Waldo Sen Neden Burada Değilsin’in ilk
cümlesi şöyleydi: “Dünyaya gelmek bir saldırıya uğramaktır.” Daha ümitvar olmak,
hiç değilse bir parça avunmak isterdim ama İsmet Özel şöyle devam ediyor ki hak
vermemek mümkün değil: “Yaşıyor olmak, savaşıyor olmaktan başka bir şey
değildir. Bir gün son nefesimizi verdiğimizde bize yapılan ilk saldırıyı
tamamen püskürtmüş oluruz. Savaş bitmiştir."
8-Politik
düşünceniz bu ülkeye neler söylüyor?
Yazmak
benim politik eylemim. Çünkü yapabileceğime inandığım en tesirli mücadele
biçimi bu.
9-Sanat
muhalif midir?
Sanat
taraftır. Muhalif olmak edilgen bir tutum gibi gelir bana. Oysa sanat
belirleyicidir. Sanatın dışındakiler sanatın muhalifi olabilir belki. Sanat,
iyinin doğrunun güzelin ve fıtrata dair olanın tarafıdır. Bu çizginin dışına
çıkanlar sanatın hilafına düşmüş demektir.
10-Bu
sözcükler hakkında ne düşünüyorsunuz: Kader, gelecek, günah, ölüm, rüya, kayıp,
zaman.
Upuzun
bir öykünün ilk kelimeleriymişçesine muhkem ve derinler.
Kader,
hikâyeyle iç içe.
Gelecek
bende ürperti uyandırır.
Günah,
bizi âdem kılan yolun kapkara parke taşı.
Ölüm,
parke taşlarının bitip toprak yolun başladığı sınır.
Rüya,
bütün sınırların berhava edildiği namütenahi bir ülke.
Kayıp,
celladıma gülümserken çektirdiğim son resmin arkasındaki not.
Zaman,
olmuş olandan ziyade olmamış olanı bir tehdit mektubu gibi masamıza bırakan el.
Yorumlar
Yorum Gönder