2010 Kuşağı Öykü Kanonu Soruşturması - 15: Şeyma Subaşı

"2010 Kuşağı Öykü Kanonu" adını verdiğimiz ve Türk öyküsüne dergilerde, kitaplarda hayat veren yazarlarımızla birlikte bir soruşturma gerçekleştiriyoruz. Öykücüler, hem kendilerini anlatacak hem de öykü anlayışlarının penceresindeki görünen dünyayı bize aktaracaktır. On beşinci soruştumamıza yanıt veren öykücü Şeyma Subaşı olacak. 1990 yılında İstanbul'da doğmuştur. İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olmuştur. Fatih Sultan Mehmet Üniversitesinde Yüksek Lisans eğitimini tamamlamıştır. Mesleği öğretmendir. Muhayyel, Türk Dili, Türk Edebiyatı, Yedi İklim, Hece, Heceöykü, Mahalle Mektebi, İtibar, Okur, Post Öykü, ÇETO (Çocuk Edebiyatı Tercüme Ofisi) dergilerinde yazı ve öyküleri yayımlandı. Söyleşi ve öykü üzerine kafa yorduğunu ifade ediyor. Dergicilik alanında hayli tecrübeli olduğunu görüyoruz. Öğrencileriyle birlikte 6/D Postası adlı bir dergi çıkarmıştır. Şu anda Butimar dergisini çıkarmaktadır. Soruşturma içerisinde kitabı bulunmayan tek öykücüdür.



1- Metinlerinizi var eden dil olan Türkçe’ye bir gün minnet borcunuzu ödemek için ne yapmak istersiniz?
Bu soruya kaliteli eserler ortaya koymakla alakalı bir klasik cevap verilebilir aslında. Soruşturma da zaten “edebiyat” ortak paydası altında gerçekleşiyor. Öte yandan Türkçe deyince aklıma bambaşka kavramlar gelmekte. Millet, ülke, anadil, vatan, al bayrak. Bu değerlerin önemi. Belki kılıç. Elbette daha çok kalem. Üstelik biraz ümitli baktığımızda kalemin kılıç görevi görmesi hususu da var. Belki boyumuzu aşar ama tüm kötülüklere kalemle savaş açmak var. Bu yüzden can alıcı sözlerimiz olsun isterim, en çok da hayata dair.

2-Türkçede öykünün şimdiki ve gelecekteki hâli nasıldır?
Öykü konusunda mümbit bir ortam oluşuyor. Bu kuşağın ve ülkenin yazarları hem toplumca tanık olunan hem de kişisel tarihlerinde yer edinen olayları, temaları eserlerinde başarı ile yansıtıyorlar. Bu yansımaların hasadı şimdilerde veriliyor gibi geliyor bana.

3-Öykü, hayatın neresindedir?
Bir kitapta okumuştum. Murat Gülsoy’undu yanılmıyorsam. Üç beş dakikada diyordu, insanları tanımak, hikâyelerini ya da onları anlamak mümkün değildir. Ama öykü saniyeler içinde bize bunu sunar. Aynı zamanda anlatmak yerine göstermenin öneminden bahsediyordu ilgili satırlarda. Belki de iyi anlatılmış değil ancak iyi gösterilmiş hikâye, okur için anlamlı bir öyküye dönüşüyor.

4-Öykünün penceresinden Türk şiiri nasıl görünüyor?
Ben hala şiirin de öykünün de en önemli ya da gözde olan iki tür olduğunu düşünüyorum. Başka türlerin insanlar gözünde fazla bir yeri yok gibi geliyor. Bu soru sorulduğunda şiirsel anlatımın ya da esinin hakim olduğu öykülerin benim için önemli olduğunu düşündüm. Yapmak istediğim de böyle bir şey aslında. Bazı öykülerim için buradan bir sürü şiir çıkar dedikleri olmuştu. Bunu hem olumlu hem olumsuz bir tenkit olarak okuyabiliriz. Şiir, bir öykücüyü fazlasıyla besleyecek bir tür, şiirsel esinle yazmayanlar için bile.

5-Yeni medya, edebiyat ve sanata nasıl katkılar veriyor?
Her ne kadar sosyal medya hesaplarımı fazla yoğun kullanmasam da, kültür-sanat hususlarında sosyal medyanın önemli olduğunu düşünüyorum. Hatta yazarların birbirinden bu tip platformlar vesilesiyle haberdar olması, kıymetli. Aynı zamanda yine kültür- sanat içerikli birtakım forumlar da ilgimi çekiyor. Bu tip ortamlarda bir öykünün tartışmaya açılması mesela, kıymetli geliyor bana.

6-Türk edebiyatındaki eleştirinin icrası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şimdi eleştiri yok sözü fazla dillere dolanan bir söz oldu. Ya da ahbap çavuş ilişkisi vb. ifadeler var. Bu ifadelerin gerçek olmadığını söyleyemem. Ancak eleştiri türünde özellikle takip ettiğim dergilerde güzel yazılarla karşılaşabiliyorum. Eleştirinin öldüğünü düşünmüyorum bu yüzden. Eleştiri türünün, belki söyleşilerin; en az şiir ve öykü kadar değeri hak ettiğine inanıyorum.

7-Yeryüzüne dayanabilmek, özgürlüğe kaçmak için ne/ler yapıyorsunuz?
Bazen anlaşıldığımda iyi hissediyorum. Bazen sevildiğimde. Ötesi pek yok sanki son zamanlarda. Kitaplar da iyi geliyor. En çok da yazmak. Bazen kaçtığımız yerde bile bir anlamla karşılaşamıyoruz. Şairin bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı diyerek tarif ettiği, bu noktadır belki de. En son geçenlerde arabada giderken rüzgara elimi uzattım, yani iyi geliyor bazı küçük ayrıntılar.

8-Politik düşünceniz bu ülkeye neler söylüyor?
Politik düşüncem bu ülkeye söyleyeceğini söylemiş olmalı ki çok şükür ülke olarak – mesela 15 Temmuz gibi- bazı badireleri atlatmış bulunuyoruz. Bu soruyu ilk düşündüğümde sanat- muhaliflik ilişkisi canlandı zihnimde. Ben yalnızca ve yalnızca kendi politik görüşüm itibariyle, şunu söylemek isterim.Mevcut iktidarın, çıkar için değil yürekle yanında duracak insanlara ihtiyacı var. Sol, zaten sonsuz muhalefete sonuna kadar devam içerisinde. Keşke mütedeyyin olanlar, hatta kültür-sanata gönül veren bu kesim kendilerini apolitik olmak, ortada durmak, suya sabuna dokunmamak için bu kadar zorlamasa. Çünkü “Biz farklıyız aslında.” diye yaranılmaya çalışılan kesim, seni hiçbir zaman farklı görmeyecek. 

9-Sanat muhalif midir?
Sekizinci soruyu açmamı gerektiren bir soru. Dediğim gibi ben tam bu noktada tam da bu noktada bağımsız olunmaması gerektiği düşüncesindeyim. Belki on yıl önce böyle düşünmez, sanatın ve sanatçının en çok da siyasi görüş bağlamında muhalif olması gerektiğini dile getirebilirdim. Şu an böyle düşünmüyorum.

10-Bu sözcükler hakkında ne düşünüyorsunuz: Kader, gelecek, günah, ölüm, rüya, kayıp, zaman.
Kader: Devran kelimesiyle eş değer.
Gelecek: İsmet Özel’in “Kanla Kirlenmiş Evrak” şiirindeki atmosfer.
Günah: Yakanı hiçbir zaman bırakmayan vicdan azabının bir diğer adı. Mesela günah dediğimiz şey, hiçbir zaman gönül rahatlığıyla işlenebilir mi, bunu merak ediyorum.
Ölüm: Şairin deyimiyle en son gelen, ama yine de erken dediğimiz.
Rüya ve kaybı ise birlikte anmak isterim. Çünkü rüyalara ve düşlere en çok kaybolduğumuzda ihtiyaç duyarız.
Zamansa yanan bir ev gibi… Her an aleyhimize işleyen bir kum saati.

Yorumlar