"2010 Kuşağı Öykü Kanonu" adını verdiğimiz ve Türk öyküsüne dergilerde, kitaplarda hayat veren yazarlarımızla birlikte bir soruşturma gerçekleştiriyoruz. Öykücüler, hem kendilerini anlatacak hem de öykü anlayışlarının penceresindeki görünen dünyayı bize aktaracaktır. Yedinci yayınımızda soruşturmamıza yanıt veren öykücü ve öğretmen İlay Bilgili olacak. 1981 yılında Adana'da doğdu ve orada büyüdü. Marmara Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümünü bitirmiştir. Hâlen öğretmen olarak çalışmaktadır. "Artis" başlıklı öyküsü 2017'de, "Mimesis" ise 2018'de Altkitap Öykü Seçkisi'ne girmiştir. Öyküleri; Notos, Duvar, Öykülem, Altzine, Edebiyat Haber, Oggito mecralarında yayımlanmıştır. İlk öykü kitabı Talan 2019'un Ekim ayında Monokl Yayınları tarafından okuyucuyla buluşturulmuştur. Evli ve bir çocuk annesidir. İlay Bilgili hakkında ekşisözlük'te şöyle bir entry vardır: "edebiyat dünyasına yazdım sihir oldu adlı kitabıyla giriş yapmış genç bir yazar. ayrıca bir ingilizce öğretmeni". Yazdım Sihir Oldu 2015 yılında yayımlanmış. Kitapta denemelerini ve anılarını toplamış. Ben de ilk kez ekşisözlük'ten öğrenmiş oldum.
1-Metinlerinizi var eden
dil olan Türkçeye bir gün minnet borcunuzu ödemek için ne yapmak istersiniz?
Öncelikle bir gün gibi gelecekte değil bunu her an
yapmam gerektiğini düşünüyorum. Sadece metinlerim kapsamında da değil bir
öğretmen, anne ve yazar olarak dile borcumu ödemek dili çok iyi
bilmekten, bilmeye çabalamaktan, iyi kullanmaktan geçiyor benim için. Kitabımın
son okumalarını yaparken de bunun benim için ne kadar önemli olduğunu iyice
kanıksadım. Örneğin siluet mi silüet mi (Türkçe’de iki kullanım da mevcut)
tercihini yaparken beş editöre mail attım ve bu konuyla ilgili iki kitap satın
aldım. Bu yolda da yürümeye devam edeceğim.
2-Türkçede öykünün
şimdiki ve gelecekteki hâli nasıldır?
Gelecekteki hâlini bilmem
mümkün değil elbette fakat şimdiye bakarak Türk edebiyatında öykünün yükselen
bir yıldız olduğunu söyleyebilirim, benim tarafımdan böyle görünüyor. Buradan
hareketle gelecekte de revaçta olacak gibi... Yalnız revaçta olması
öykücülüğümüzün çok iyi olduğu anlamına da gelmez. Çok öykücü, çok öykü var.
Okumaya yetişmek mümkün değil çoğu zaman. Dolayısıyla hem bize bir yelpaze
sunan hem de bu kalabalıkta kimlerin sıyrılıp adının ya da edebiyatının
geleceğe uzanacağını gözlemlemek gerek… Ben kendi öykücülüğümü de bu minvalde
izliyorum. Her dönem kendi edebiyatını da yaratıyor. Büyük şehrin insan
üzerindeki etkisi, aidiyetsizlik, yalnızlık, mutsuzluk kavramları etrafında
dolanan iç sesin hâkim olduğu, anlatıcının genelde bolca anlattığı metinlere
bolca rastlıyorum. Bunu eleştirmek için değil gelişmek adına söylüyorum. Demek
ki bize herkesin gördüğü ve hissettiği bu olguları farklı açıdan, farklı üslup
ve kurguyla gösterenler sanıyorum ki bu kalabalıkta sıyrılıp yola devam
edecektir.
3-Öykü, hayatın
neresindedir?
Şöyle söyleyeyim,
yazıyorsanız öykü her yerdedir. Hayat, öykünün içindedir yani fakat okur
gözüyle baktığımda az önce de söylediğim gibi zaten bildiğimiz şeyleri başka
bir perspektiften göstermeyen metinler beni içine çekmiyor. Çünkü edebiyat,
hayatı olduğu gibi yazmak değildir, öyle olsaydı bugün Çehov’dan, Kafka’dan,
Poe’dan ve nicelerinden bahsetmemiz de mümkün olmazdı.
4-Öykünün penceresinden
Türk şiiri nasıl görünüyor?
Birçok iyi öykücünün
şiirle bağı olduğunu biliyoruz. Şiir edebiyatın altın çocuğu… Fakat yeni dönem
şiirini yakından takip edebildiğimi söyleyemem. Cahit Sıtkı’nın Otuz Beş Yaş’ı
başucumdadır, sıkça açar bir iki şiir okurum ve yüreğim taşar. İlham kelimesini
çok sevmesem de Cahit Sıtkı Tarancı, Bedri Rahmi şiirleri bende yazma isteği
uyandırır.
5-Yeni medya, edebiyat ve
sanata nasıl katkılar veriyor?
Yeni medya derken sosyal
medyayı kast ediyorsanız bir açıdan seni görünür ve ulaşılır kılarken diğer
yandan bu imkânı herkese aynı cömertlikle sunduğu için seni aynı zamanda da
görünmez kılıyor. İnsan, çalışıp, emek verip, üretmedikten sonra ne medya ne de
başka bir mecra insana katkı sağlayamaz. Bunu sadece edebiyatta değil sanatın,
hayatın her dalında da görebilirsiniz. Herkesin yazar, şarkıcı, çizer, popüler,
ünlü olduğu bir zamanda gerçekten ileriye gitmek isteyen insan sadece
çalışmalıdır ve sabırlı olmalıdır. Aksi durumda saman alevi gibi parlayıp
söneriz ve bu da medyanın suçu ya da sorunu değil. Bu açıdan bakıldığında insan
eli değen her şey illa ki deforme de oluyor, aslında amacına hizmet eden
şekliyle kullanıldığında sosyal medya oldukça güçlü bir iletişim aracı. Şule
Çet ya da Rabia Naz davalarından tutun da benim gibi yazmakla ilgilenen birçok
insana kadar olumlu katkı sağlayan bir araç olduğu da yadsınamaz.
6-Türk edebiyatındaki
eleştirinin icrası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Olmayan bir şeyin
icrasından bahsedemeyiz. Şu an Türk edebiyatında kalifiye eleştiri yok ve bu
büyük eksiklik. Eleştiri yaptığını düşünen klavye şövalyeleri var tabii ama
üslup genelde linç etmek üzerine olunca yapılan eleştiriyi ciddiye almak
oldukça güç oluyor. Demem o ki belki eleştiri yapacak donanımda insanlar bunlar
ama üslup öyle çirkin ve ayarsız ki söyleneni duymuyorsun. Ya da tam tersi, pr
amaçlı ama gerçek bir eleştiriden uzak bol övgülü yazılarla karşı karşıya
kalıyoruz. Oysa eleştirinin en büyük özelliği önce objektif ve yapıcı
olmasıdır. Dilerim metinlerimizi eğrisiyle, doğrusuyla tartacak, biz yazarları
bir adım ileriye taşıyacak eleştirmenlerle en kısa zamanda yollarımız kesişir.
7-Yeryüzüne dayanabilmek,
özgürlüğe kaçmak için ne/ler yapıyorsunuz?
Hayatı yani hayatta bizim
için en önemli şeylermiş gibi duran sevinç, başarı, üzüntü, başarısızlık, para
gibi şeyleri çok ciddiye almıyorum açıkçası. Bir başarıyla sarhoş olmak ya da
bir sıkıntıyla yıkılmak pek bana göre değil, ben savaşmayı seviyorum. Yaşamayı
seven biri olduğum için, yani kendimi öldürmeyi tercih etmediğim için Camus’un
dediği gibi bolca kahve içmeyi seçiyorum çünkü hayat gerçekten bir anlamsızlık
şöleni, devam edip onu anlamlandırmazsanız saplanıp kalırsınız ve son
zamanlarda özgürlüğe kaçmak için bol bol bisiklet sürüyorum. İnsanların dörder
dörder intihar ettiği bir dönemdeyiz, delirmemek için yaşamı iyice kanıksamaya
çalışıyorum, adım adım güzellik arıyorum.
8-Politik düşünceniz bu
ülkeye neler söylüyor?
Bizim ülkemizde her şey
ağdalıdır. Fanatizme dayalı bir siyasi algı vardır. Kesim hangi kesim olursa
olsun savunduğu ideolojiyi fanatikçe sever. Hatta karısından tuttuğu futbol
takımına kadar fanatiklik hâkimdir. Dolayısıyla kendimi ait hissettiğim bir
taraf olduğunu hiç düşünmedim bu ülkede. Çünkü fanatizm benim bildiğim bir
kavram değil, her şeyin kusurlu olduğuna inanıyorum. Her şeyin kusurlu olduğuna
inandığınızda tüm olgular hakkında eğri ve doğru kavramlarını açıkça görür ve
söylersiniz. Burada empati, iletişim dolayısıyla saygı ve anlayış devreye
girer. Terörist, vatan haini, vatansever, milliyetçi kelimelerinin nokta,
virgül gibi kullanıldığı bu zamanlarda benim için vatan büsbütün dünyadır.
Dünyayı sevmek toprağı, doğayı, hayvanı sevmekle başlar ve gerçek dünya
vatandaşları şimdiyi düşünmezler. Bir ağaç dikersin ama meyvesini sen yemezsin.
Sen artık topraksındır. Benim politik görüşüm her zaman bunu söyledi bu ülkeye,
güzel bir yalnızlık yani. Az da değiliz biz.
9-Sanat muhalif midir?
Değil midir? Muhalif
olmayan müzik, film, metin benim yüreğimi taşırmıyor. Tabii muhaliflik direkt
siyasi algılanmamalı. Muhalif olmak tam da yukarıda dediğim şeydir bence,
herkesin aynı gördüğüne başka bir yerden bakabilmek ve bunun için çabalamaktır.
Sonra bu sokaktaki halinden, işyerindeki tutumuna, yalnızlığa, yazdıklarına,
ocakta kaynayan tencerene bile yansır. Muhalif olmak meraklı olmaktır,
söyleneni, öğretileni sorgulamaktır. Seni dönüştürür, geliştirir. Sanat tam da
burada çok önemli bir dinamo taşı. “Sonlu dünyanın eğlencesini yaşarız, ama
yaratımda ve düşüncede sonsuza yetenekliyizdir. Buna yetenekli olmasaydık,
dünya daha hüzünlü ve çok daha az ilginç olurdu.” diyor Alain Badiou, Sonlu ve
Sonsuz’da. Tam da bundan bahsediyorum. Ben yedi yaşımı hatırlıyorum en erken,
kendimi bildim bileli muhalifim. Öyle de öleceğim diye umuyorum.
10-Bu sözcükler hakkında
ne düşünüyorsunuz: Kader, gelecek, günah, ölüm, rüya, kayıp, zaman.
Kader: Dini bir terim
tabii. İnanan bir insanım ama inanma şeklim öyle bir yerde ki artık kader ne
demek bilmiyorum. Kafamda kader kelimesi belirdiğinde canım kafa tutulası demek istiyor.
Gelecek: Şimdiden ya da
geçmişten farklı olmayacak bir dönem. Sadece henüz gelmedi.
Günah: Bana öğretilen ama
aslında var olmayan bir kavram diye düşünüyorum. Senden daha büyük bir varlığa
olan inanç ve korkundan dolayı günah olan
bir şeyi yapmaktan tenzih etmen de sevap ya da iyilik değil, ikiyüzlülük bana
göre. İnsan, eylemi gerçekten iyi olanın bu olduğunu kanıksadığı için, bunu
kendi benliğinde hissettiği için yapmalı ve bu da inanmaya engel değil. İçinde
günah ya da sevap olan bir sistemin adı inanç olamaz zaten. Kelimenin anlamına
ters düşüyor bu kavramlar. Bir mecburiyet katıyor işin içine ki o zaman inanç
seçilmiş olan değil dayatılan oluyor.
Ölüm: Rahatlama.
Rüya: Alternatif.
Kayıp: Zaman.
Zaman: Kayıp.
"Benim için vatan büsbütün dünyadır." işte söyleşinin özü, anadüşüncesi. Bu cümle bile yeter tüm soruları yanıtlamak için. Yolun açık olsun İlay
YanıtlaSil