2010 Kuşağı Öykü Kanonu Soruşturması - 19: Kadir Daniş

"2010 Kuşağı Öykü Kanonu" adını verdiğimiz ve Türk öyküsüne dergilerde, kitaplarda hayat veren yazarlarımızla birlikte bir soruşturma gerçekleştiriyoruz. Öykücüler, hem kendilerini anlatacak hem de öykü anlayışlarının penceresindeki görünen dünyayı bize aktaracaktır. On dokuzuncu soruştumamıza yanıt veren öykücü Kadir Daniş olacak. 1994'te İstanbul'da doğdu. Öyküleri İtibar ve Muhayyel dergilerinde yayımlandı. Kitabü'l Acayip romanı Timaş Yayınları'ndan 2015 yılında yayımlandı. Panoptik Bela 2016 yılında yine aynı yayınevinden çıktı. İz Yayıncılık, Serçelerin Ölümü romanını 2019'da okuyucuyla buluşturdu. Roman, Pendik Edebiyat Festivali'nde yılın romanı seçildi. Yazar, vaktini yabancı dizi izlemekle ve koleksiyon kitapları toplamakla geçirmektedir. En büyük isteği, kitaplarının otobüste, metroda ve parklarda okunmasını görmek. ekşisözlük'te kendisi için zehir gibi bir kafası olduğu ifade edilmektedir. Şu anda Mahmut Coşkun'la birlikte "Divan Şiiri Okumaları" programları yapmaktadırlar.


1- Metinlerinizi var eden dil olan Türkçeye bir gün minnet borcunuzu ödemek için ne yapmak istersiniz?
Ona Shakespeare’in İngilizceye, Firdevsi’nin Farsçaya yaptığı şeyi yapmak isterim. Dendiğine göre Shakespeare İngilizcenin imkânlarını o kadar genişletmiş ki bugün kullanılan pek çok kelime, deyiş ve klişe tabir Shakespeare’in eserlerinden fırlamaymış. Diyorlar ki Shakespeare İngilizce için o kadar önemliymiş ki İngilizcenin miladıymış o, ve Shakespeare olmasa İngilizce bugün bildiğimiz gibi olmazmış. Aynısı Firdevsi için de geçerli. Modern Farsçanın ilk büyük şairlerinden biri olarak aldığı Farsçayla yerine koyduğu Farsça farklıdır onun. Kendisi de ayrımındaydı bunun: (Hatırımda kaldığı kadarıyla) “Besî renc bordem der in sâl-i si / Acem zinde kerdem bâ in Pârsi” diyordu. Yani: Şu otuz sene çok acı çektim ama Farsçayı getirdiğim noktayla İranlıları dirilttim... Büyük konuştum, havalı laflar bunlar; biliyorum, okur hoş görsün. Ben gözü yükseklerde bir adamım, ne yapayım? Heybemde Türkçe, zamanla kavgaya başladım, Allah muvaffak etsin. Cüretimden başka sermayem yok. En kötü ihtimalle de biraz ağzım burnum dağılır, gençlik buhranıymış der, geçerim.

2-Türkçede öykünün şimdiki ve gelecekteki hâli nasıldır?
Ben bir okur olarak Türk öyküsünün geçmişinden de geleceğinden de hoşnudum açıkçası. İsim vererek kör göze parmak yapmayayım ama bizim şu cânım dilimizle yazılmış öyle şeyler okuyorum ki inan olsun “yüksek edebiyat” denen şey neyse bizzat o! Öykümüzün geçmişi kadim ve köklü, özellikle (bilenler akışı gözlerinde derhal canlandırabilir) son 30-40 yıldan beri sırtını halk hikâyelerine, masallarımıza ve dünya masallarına, arketiplere, hikmet ve felsefeye yasladığından beri gittikçe daha da çok güçleniyor öykümüz bana göre. Çağdaşlarıma da bakınca umutlanmadan edemiyorum. Türk öyküsünün yakın gelecekte bizi gönendireceğini, göğsümüzü kabartacağını düşünüyorum. Bu bir “kitlelere mal olma başarısı” olmayabilir, o başka hesap. Ama nitelik açısından iyi şeyler bekliyorum.

3-Öykü, hayatın neresindedir?
Öykü bizde neredeyse, hayatta da oradadır. Çünkü hayatı yaşayan ve yapan bizleriz. Bir ara sokakta duvarlara şiir yazma furyası vardı. Ben sevmiyordum o olayı, bir şey ifade ediyormuş gibi gelmiyordu. Şiir nasıl duvarda değil, sinelerimizde olduğu kadar hayata dahil ve müdahilse öykü de hayata öyle sanıyorum ki okuyanı değiştirdiğince nüfuz ediyor. Biz okuyunca değişiyorsak, o öykü hayatı değiştiriyordur. Az buz şey değil: Düşünsenize o muhteşem öykü sayesinde bugün sevgilinize bir farklı tebessüm ediyorsunuz, iş yerindeki o kıl herife her zamankinden farklı davranıyorsunuz ya da onsuz yapamayacağınızı sandığınız bir şeyden vazgeçiyorsunuz. (Bu söylediklerimle öyküye fonksiyon biçmiyorum asla, altını çizmek isterim. “Elmanın içindeki vitamin” bu.)

4-Öykünün penceresinden Türk şiiri nasıl görünüyor?
Bu soruya bir cevap vermek için bizim kuşaktan ve öncesinden kim okunuyorsa, onların öykülerine doğrudan mısra olarak yahut anlam, anıştırma vesaire olarak sızan mısra sayısına bakmak yeterli sanıyorum: Öykücüler şiiri seviyor.

5-Yeni medya, edebiyat ve sanata nasıl katkılar veriyor?
Burada yeni medyayı sosyal medya olarak anlamaktan alıkoyamıyorum kendimi. Katkısı say say bitmiyor. Yeni yazılanlardan haberdar oluyoruz, yüz yüze görüşme imkânımız olmayan insanlarla edebiyat tartışıyoruz, canlı yahut sanal mahfiller oluşturuyoruz vesaire. Birkaç falsosu da yok değil ama. Olmadık bir anda tivite indirgenebiliriz mesela.

6-Türk edebiyatındaki eleştirinin icrası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Öykü yazmak bana her şeyi bilme zorunluluğu yüklemez, eleştiriyi de başkasına sorun! Şaka bir yana, bizde eleştiri -zayıf gözlerimin gördüğü kadarıyla- öyle bir hâlde ki “Edebiyatımızda eleştiri vardır.” da desem, “Edebiyatımızda eleştiri yoktur.” da desem birileri beni kendilerini çok sert eleştirmekle ya da başkalarını kayırıp kendilerini görmezden gelmekle falan suçlayabilir.

7-Yeryüzüne dayanabilmek, özgürlüğe kaçmak için ne/ler yapıyorsunuz?
Okuyup yazmak dışında dost meclislerine kaçıyorum. Bir de ben “onları” ve sokağı severim, dışarı çıkıp neler yaptıklarına bakıyorum. Diğer yandan dünya parmaklarımızın ucunda zaten, ekrana yansıyandan ve ekrandan gizlenenden bir sürü şey öğreniyorum “onlara” dair. Geçmişte neler yaptıklarını incelemek de çok zevkli. Hepsi aynı şeyleri yapmış, aynı şeyleri gizleyip aynı şeyleri süslemişler sanki. 

8-Politik düşünceniz bu ülkeye neler söylüyor?
Hiç. Çünkü onu kendime saklıyorum. Sanat yapıyorum, ülkemize bir şey söyleyecekse o söyler. “Siyaset-free zone”.

9-Sanat muhalif midir?
Yoo. Benim okuduğum en güzel kitapların birçoğunu saray şairleri yazmış. Shakespeare’in anlata anlata bitiremediği bir lordu var, biliyorsunuz. Firdevsi, Gazneli Mahmud’un şairi; ancak Şehname’nin caizesi az gelince bozuşuyorlar. Aralarının limoni oldukları mevzu para yani, başka bir şey değil. Sanatla siyasetin ilişkisi putlarımızdan biri gibi geliyor bana. Sanatçı isterse muhalif olur, bunu sanatına yansıtır; isterse muhalif olur ama sanatına yansıtmaz, isterse de muhalif olmaz. Sanatına siyaset sokanların tercihine saygı duymakla beraber sanatın güncel politikadan daha büyük meseleleri olduğunu düşünüyorum. Enerjimizi salt bugüne sarf edersek bugün bittiğinde, geçtiğinde eserlerimize ne olur? Geçicinin değil de kalıcının peşinden koşmak daha stratejik görünüyor bana.

10-Bu sözcükler hakkında ne düşünüyorsunuz: Kader, gelecek, günah, ölüm, rüya, kayıp, zaman.
Güzel ve sağlam bir kurmacanın anahtar kelimelerini çıkarmışsınız sanki.

Yorumlar