2010 Kuşağı Öykü Kanonu Soruşturması - 27: Mahmut Coşkun

"2010 Kuşağı Öykü Kanonu" adını verdiğimiz ve Türk öyküsüne dergilerde, kitaplarda hayat veren yazarlarımızla birlikte bir soruşturma gerçekleştiriyoruz. Öykücüler, hem kendilerini anlatacak hem de öykü anlayışlarının penceresindeki görünen dünyayı bize aktaracaktır. Yirmi yedinci soruştumamıza yanıt veren öykücü, öğretmen ve yönetmen adayı Mahmut Coşkun olacak. 1989'da Yozgat'ta doğdu. Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olmuştur. "Roman Kurgusu ve Tekniği" üzerine lisansüstü eğitimi almıştır. Radyo programları ve seslendirmeler yapmıştır. Sinema yönetmenliği eğitimi almıştır. Uzun metraj film ve senaryo çalışmaları sürmektedir. Edebiyatın ana damarlarını besleyen biçimlerin hepsini denediğini ifade etmiştir. Öyküleri çeşitli dergilerde çıkmıştır. Muhayyel dergisinin editörlüğünü üstlenmiştir. Bazı dergilerin kuruluş aşamasında yer almıştır. İlk romanı Yakarım Gül Satanlar Bahçesini 2019'un Mart ayında İz Yayıncılık tarafından yayımlandı. TYB Roman Ödülü'nü almıştır. Kedileri isimlendirmeyi sevdiğini söylemektedir.

1-Metinlerinizi var eden dil olan Türkçeye bir gün minnet borcunuzu ödemek için ne yapmak istersiniz?
Bu borcu ödeyebilecek kudretim olduğunu sanmıyorum. Türkçe düşünüp yazabilmekten aldığım haz, bana biçilen hayat kadar büyük nazarımda. Borcu kapatmasa da özdeki bir elmayı dişleyip iki yılını bahçenin sahibine hizmet ederek geçirenden öğrendiğim kadarıyla süt dişlerime değen Türkçenin hakkı için onunla hemhâl oluyorum ki yettiğimce bahçeye hizmet etmiş olayım.

2-Türkçede öykünün şimdiki ve gelecekteki hâli nasıldır?
Öykü edebiyat için nispeten yeni bir tür, çağdaşlarım içinse eski. Sağım, solum, önüm, arkam deyip bakınca öykü yazan ne çok ahbabım olduğunu görüyorum. Ve yıllardır yazmaya devam eden bir önceki kuşak da hatırı sayılır çoğunlukta. Formun mümkün tüm hâlleri deneniyor nicelik çok olunca. Dolayısıyla her sesten, her anlayıştan öyküler var. Klasik deyişle yükseliyor, iniyor gibi bir cümle kuramam. Çünkü ben bir diziyi izlemediğimde hiç kimse onu izlemiyormuş gibi bir hisse kapılıyorum fakat sosyal medyadan, oradan buradan bir görüyorum ki insanlar o diziler için neler neler yapıyor. Yani benim için düşüşte olan ve dahi yok saydığım dizi epey yükselişteymiş. Öykü için de böyle, seviyor, okuyor ve yazıyorum. O yüzden nereye baksam görüyorum. Yükselip inmesini söyleyecek doğru kişi ben değilim sanırım. Formlar, insanın günlük yaşantısını doğrudan etkileyen devrimler olmadıkça yaşamını sürdürür. Gelecekte de (en azından bir ömür kadar bir gelecekte) var olmaya ve tüm sınırlarını zorlamaya devam edecektir. Çünkü yazanlar yazmaya devam edecek. Hâline gelince, bizim pürmelalimiz ne ise onun da hâli o kadardır. Hüznümüz kadar varız zira.

3-Öykü, hayatın neresindedir?
Buna müsaadenizle kişisel bir cevap vereyim. (Sanki diğerlerinde vermemişim gibi) Ben hayatsam şayet, benim on pareye bölünmüş sol göğsümün altındadır.

4-Öykünün penceresinden Türk şiiri nasıl görünüyor?   
Görkemli, iki bin yıllık bir bilge gibi. Penceremin önündeki saksılara sudur.

5-Yeni medya, edebiyat ve sanata nasıl katkılar veriyor?
Öncelikle ulaşılır kılıyor, haberdar olmayı artırıyor. Bunun yanında muhatabına değmeyi kolaylaştırdığı gibi hiç karşılaşmaması gerekenlerin de hışmına uğratıyor. Yine de sanat bilinmek isteyen sır ise yeni medya en azından bunu sağlıyor.

6-Türk edebiyatındaki eleştirinin icrası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kısır. Hususi çekişmelerin gölgesinde maalesef. Nurullah Ataçlar, Tanpınarlar, Berna Moranlar, Fethi Nacilerden sonra ne oldu eleştiriye. Önce de neydi ki zaten. Hulâsa onlarda dahi hususi eleştiriler var. Hınçlar, ahbaplıklar etkili. Eleştiri ortaya koyabilmek için öncelikle sanat eserini okumayı ve değerlendirmeyi bilmek gerekir. Maalesef tanıtım yazıları, yüzeysel yorumlar dışında eleştiri göremiyoruz. Eleştiri, üzülerek değil öfkeyle söylüyorum, edebiyatımızda ve edebiyatçılarda bile kavram olarak yerleşemedi. Bir eseri okuduktan sonra iyi yanlarını söyleyip beğenilmeyen kısımlarına geçildiğine söze şöyle başlanıyor; “Şimdi birkaç eleştirim olacak.” Zaten beğendiğin yerleri söylerken de eleştiri yapıyordun, yoksa değerlendirme mi o? Uzatmayayım, ilk söylemem gerekeni sona bırakmışım. Eleştiri; iyiyse neden iyi? Kötüyse neden kötü? Sorularına cevap vermelidir, bunu bir kuramla yapabilirse de ne âlâ. Aksi hâlde kişisel düşünceler olur, düşüncecikler.

7-Yeryüzüne dayanabilmek, özgürlüğe kaçmak için ne/ler yapıyorsunuz?
Yeryüzüne dayanmak istemiyorum, bunu beceremeyeceğim için istemiyorum. Zaten yeryüzü özgür olunacak yer değildir.

8-Politik düşünceniz bu ülkeye neler söylüyor?
21 yaşıma kadar ülkenin geleceğini siyaset aracılığıyla değiştirebileceğime inanıyordum. Bunun için de çok çabaladım, hatta birçok farklı anlayış içinde çabaladım. Sonra politik düşüncenin filan bir safsata olduğuna inandım. Ben insanın bir duruşu olduğuna inanıyorum. Bu duruş vicdanla örülür, merhametle kaplanır, çelik gibidir ama çelik, safların sıklığı yahut seyrekliği onu yerinden oynatamaz.
Yine ne söylediğini söylememiş oldum galiba :) Her şey sanatımızdadır, oradadır, apaçıktır.

9-Sanat muhalif midir?
Elbette muhaliftir. Muhalif olmalıdır da. Peki, ama neye muhalif olmalıdır. Maalesef bu hüküm çok yanlış anlaşılmış durumda. Sanat; iktidarlara, partilere, ülkelere, kişilere muhalif olmaz, bunlar sanat için basit şeylerdir. Hani şimdilerde moda;  muhalif sanatçı şunları söyledi. Yok güzel kardeşim, muhalif sanatçı değil o, başka partili bir sanatçı, diğeri başka partili bir sanatçı.  Sanat, göğsünü yarıp içindekini çıkaramayan ve ısrarla kendi ekseni etrafında dönmeye devam edene muhaliftir.

10-Bu sözcükler hakkında ne düşünüyorsunuz: Kader, gelecek, günah, ölüm, rüya, kayıp, zaman.
Kader: Başımın tacı.
Gelecek: Ümitvar olduğum.
Günah: Yer çekimim.
Ölüm: Kaçınılmazım. Ne güzeldir.
Rüya: Ter, boğulma.
Kayıp: Yapıp ettiklerim.
Zaman: Tanrı’nın gölgesi.

Yorumlar