2010 Kuşağı Öykü Kanonu Soruşturması - 31: Soner Oğuz


"2010 Kuşağı Öykü Kanonu" adını verdiğimiz ve Türk öyküsüne dergilerde, kitaplarda hayat veren yazarlarımızla birlikte bir soruşturma gerçekleştiriyoruz. Öykücüler, hem kendilerini anlatacak hem de öykü anlayışlarının penceresindeki görünen dünyayı bize aktaracaktır. Otuz birinci soruştumamıza yanıt veren öykücü ve öğretmen Soner Oğuz olacak. 1984 yılında Kırşehir'de dünyaya geldi. Öyküleri Heceöykü, Mahalle Mektebi, Post Öykü dergilerinde yayımlandı. İlk öyküsü Heceöykü'nün 64. sayısında yayımlandı. İlk öykü kitabı Eksik Bir Seremoni 2018 yılında Hece Yayınları tarafından okuyucuyla buluştu. Mustafa Kutlu gibi hikâye anlatabilmeyi çok istiyor.

1- Metinlerinizi var eden dil olan Türkçeye bir gün minnet borcunuzu ödemek için ne yapmak istersiniz?
Bir hazinenin üzerinde oturduğumuz için olsa gerek dilimizin kıymeti, önemi zaman zaman gözümüzden kaçıyor. Sanırım bu noktada edebi eserler devreye giriyor. Bazen o hazineden bir elmas küpeyi, bir zümrüt yüzüğü, el emeği göz nuru bir altın bileziği çıkarıp hayran hayran seyretmek/seyrettirmek gerekiyor. Bu nedenle ben yazıp çizen herkesin Türkçenin ifade olanakları hakkında düşünmemizi sağladığına inanıyorum. Ama bu borç öyle ödenmekle bitip tükenecek cinsten değil. O yüzden alacaklım Türkçeyse ödemek mevzusuna hiç girmeyelim.

2-Türkçede öykünün şimdiki ve gelecekteki hâli nasıldır?
İnsanın var olduğu günden beri anlatacak bir hikâyesi de olmuş muhakkak. Hikâyenin formu ve hatta ismi değişebilir, öykü süreç içinde kendisine yeni yataklar bulabilir. Nitekim öyle de oluyor. Irmağın yatağı değişiyor belki ama gürül gürül akan hep aynı. Nicelik açısından baktığımızda öyküde bir hareketlilik olduğu ve en azından hem okunma hem de yazılma açısından bir alaka gördüğü kesin. Nitelik açsından her ne kadar son sözü zaman söyleyecek olsa da bu hareketliliğin bir bereket işareti olduğu kanaatindeyim.

3-Öykü, hayatın neresindedir?
Bu sorunun yanıtı, hayata ve öyküye nereden baktığımıza, onlara nasıl anlamlar yüklediğimize göre değişir. Bana kalırsa öykü, hayatın bize sunduğu imkânlardan, lezzetlerden, nimetlerden yalnızca biri. Çocuklarınızla oynamak, dostlarınızla çay içip sohbet etmek, gözlerinizi kapatıp dünyayı ve kendinizi dinlemek, bir çiçeği koklamak, toprağa dokunmak, yıldızları seyretmek, yağmurda ıslanmak gibi ve ancak o kadar. Maalesef çağımızın kavramlara aşırı anlamlar yüklemek yahut içlerini boşaltmak gibi hastalıkları var. Bu yüzden, öykü hayatın kendisidir, demeyi de öykünün hayatın zenginliği karşısında bir hiç olduğunu iddia etmeyi de doğru bulmuyorum. Öykünün hayatın merkezi olabilmesi için aynı zamanda “her şey” olabilmesi, hayatınızdaki tüm boşlukları bir başına kapatıyor olması gerekir diye düşünüyorum. Oysa öykü de nihayetinde sadece “bir şey”dir.

4-Öykünün penceresinden Türk şiiri nasıl görünüyor?
Tamamen anlam sapmalarına, alışılmadık bağdaştırmalara dayanan ki birçoğunu şairlerinin bile anlamlandırmakta zorluk çekeceği şiirler zamanla elenecek -şimdiye kadar olduğu gibi- “anlam” anlamsızlığa karşı kazanacaktır, diye düşünüyorum. Gelenekle bağını kurabilen, anlamdan taviz vermeyen, sesi de anlam kadar önceleyen, şiirin ne olduğunu- ne olmadığını kavramış birçok genç arkadaşımız var. Önümüzdeki yıllar insanlığın şiire, edebiyata en çok ihtiyaç duyduğu yıllar olacak kanaatimce. Bu bağlamda onlara çok iş düşüyor diyebilirim. Öykünün değil de benim penceremden bakınca henüz yağmadı ama gürlemeye çoktan başladı diyebilirim. Yağdı yağacak.

5-Yeni medya, edebiyat ve sanata nasıl katkılar veriyor?
Okur-yazar-yayıncı arasındaki iletişim, bilgiye ve kitaba ulaşma, türlü sanat etkinliklerinin organizasyonu ve duyurulması anlamında katkıları olduğu muhakkak. Buraya kadar güzel. Fakat çerçeveyi biraz daraltıp yalnızca sosyal medya açısından baktığımda şunu eklemek isterim: Sosyal medya profilleri -edebiyat özelinde söylüyorum- yazar/şairi olduğundan fazla ya da eksik gösterebilecek bir yanıltıcılığa da sahip. Yazar/şair açısından yazdıklarından çok görülmek/görünmek gibi tehlikeli bir tarafı olduğu da söylenebilir. Bu noktada şu sorunun önemli olduğunu düşünüyorum: Görünür olmak mı okunur/anlaşılır olmak mı?

6-Türk edebiyatındaki eleştirinin icrası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bizde eleştiri yok azizim, demek en kolayı. İcrasında -hakkını verenleri tenzih ederek söylüyorum- kayırmacılık, hatır gönül işleri olmakla beraber bunun yanında hakiki bir eleştiriden bahsetmemiz de mümkün. Eleştiriyi suçlamak basit, fakat bu doğru düzgün top oynamadığınız bir maçı kaybedip hakeme yüklenmek gibi bir şey olur kanımca. Kötü edebiyatın olduğu yerde iyi eleştiri de olmaz, diye düşünüyorum. Edebiyatın niteliği, okur kalitesi, yayın sektörü ve eleştiri anlamlı ve uyumlu bir bütünü oluşturmak zorundadır her şeyden önce.

7-Yeryüzüne dayanabilmek, özgürlüğe kaçmak için ne/ler yapıyorsunuz?
Allah sabrını veriyor.

8-Politik düşünceniz bu ülkeye neler söylüyor?
a)“Vatan sevgisi imandandır.”
b)“Kişi kavmini sevmekle kınanamaz.”
c)Türk olmaktan, Türk’üm demekten, Türk’üm diyenden korkmayın. Türk, tarihin koca çınarıdır. Gün gelir gölgesinde serinlersiniz.

9-Sanat muhalif midir?
Sanat genel anlamda bir karşı çıkıştır. İşler tıkırındaysa susarsınız. Konuşuyor, yazıyor, çiziyorsanız ortada bir mesele vardır. Bireysel addettiğimiz hiçbir mevzu yoktur ki bir yönüyle toplumsala dayanmasın. Nihayetinde birey dediğimiz de bir toplumun ferdi, parçasıdır. Bu anlamda her eser birey ekseninde başlayan mutlak bir itirazı barındırır. Fakat sanat, itirazını politika gibi yapmaz. Sanatçı da politikacı gibi davranamaz.

10-Bu sözcükler hakkında ne düşünüyorsunuz: Kader, gelecek, günah, ölüm, rüya, kayıp, zaman.
 Kader: Şu an şu soruya cevap veriyor olmak dahi…
Gelecek: Belki.
Günah: Aczimiz, kusurumuz.
Ölüm: Hayatı anlamlı ve çekilir kılan en hakiki olgu.
Rüya: Bir sabah uyanacağız.
Kayıp: Baş meridyen.
Zaman: Dörtnala bir atlı.

Yorumlar

  1. Soner hocamın öykü yazma süreci gerçekten müthiş. Hele meb te çalıştığı zamandaki öykü yazabilme azmi hakikaten takdire şayandır. Neden mi dersiniz? Şöyle bir açıklayayım; düşünün okuldasınız işinizi en azami bir derecede yapmaya gayret ederken tabi bu arada farklı fıtratta öğrencilerle karşılaşıp,onlarla ilgilenmek. Okul bittiği zaman da kendi yemek, içmek,elbiselerini yıkamak,evi temizlemek....
    Böyle bir günün yorgunluğu üzerine sanki edebiyat öğretmeni olmanın verdiği topluma karşı bir sorumluluk misyonun hissi ve şevkiyle öykü yazabilme sevdası tek kelime ile müthiş. Hele hele günümüz toplumun hazırcılığa,İslam'ın temel şiarı olan çalışmak ilkesinin zıddı olan tembelliğin bir hastalık gibi yayıldığı bir dönemde yazabilme gayretini yapabilmek adına soner hocamı tebrik ve takdir ediyorum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder