"2010 Kuşağı Öykü Kanonu"
adını verdiğimiz ve Türk öyküsüne dergilerde, kitaplarda hayat veren
yazarlarımızla birlikte bir soruşturma gerçekleştiriyoruz. Öykücüler, hem
kendilerini anlatacak hem de öykü anlayışlarının penceresindeki görünen dünyayı
bize aktaracaktır. Otuz üçüncü soruştumamıza yanıt veren öykücü Ahmet
Melih Karauğuz olacak. 1994'te Konya'da dünyaya geldi. Necmettin Erbakan
Üniversitesi Siyasal Bilgiler ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun olmuştur. İlk
öyküsü 2012 yılında İnsancıl dergisinde yayımlanmıştır. Ekip
arkadaşlarıyla birlikte Müebbet Edebiyat adında bir dergi
çıkarmıştır. O dergi içerisinde bugün öykücü olan Gülhan Tuba Çelik gibi
yazarlar yer alıyordu. Öyküleri ve yazıları İnsancıl, Çıra, Şehir,
Mahalle Mektebi, Hece, Heceöykü, Post Öykü dergilerinde
yayımlanmıştır. Yeni medya konulu yazılarının olduğu Profilinde Stalk
İzi Var Nisan 2018 tarihinde yayımlandı. Editörlüğünü Ali Güney ile
birlikte yaptıkları Gri Alan -Tasarım, Norm, Karmaşa- adlı
kitap ise Şubat 2019 tarihinde okurla buluştu. Bir roman dosyası yayımlanmayı
beklemektedir. Podcast yayınlarına başlayan öykücü "Kediler Krallara
Bakabilir" adlı başlıkla yayınlarına başladı.
1- Metinlerinizi
var eden dil olan Türkçeye bir gün minnet borcunuzu ödemek için ne yapmak
istersiniz?
Borçlu olmak. Zor bir
soru ve rahatsız edici bir kelime borçlu olmak. Dille aramda alacaklı verecekli
ilişkisi olmasını istemem yahut onu bir şekilde kambur olarak taşımak. Dille
aramda dostça bir ilişki olmasını diliyorum. Bu dostluğun iyi metinlerle perçinlenmesini
isterim. Her okuyanın lezzet alıp bir şekilde güzel bir Türkçeyle tanışdığını
düşünmesini. Benim Oktay Akbal’ı Sait Faik’i her okuduğumda hissettiğimi
hissedecekleri metinler yazarak dostluğumuzu baki kılmayı isterim.
2-Türkçede
öykünün şimdiki ve gelecekteki hâli nasıldır?
Keynes iktisadi
kuramını kurarken kısa ve orta vadeyi baz alır. Uzun vade hepimizi yanıltır.
Çünkü, der, uzun vadede hepimiz ölecek olacağız. Geleceğe dair kurgular yapmak
hayal kurmak heyecan verici ama belirlemelere girmek zannediyorum yanıltıcı.
Bir takım sosyal, ekonomik ve dijital kırılmalar yaşıyoruz. Hayatımızı henüz
kökten değiştirmemiş de olsalar bu kırılmaların etkisi var. Ve hal böyle olunca
öykünün, anlatının gelecekteki haline dair bir şeyler demek biraz zor. Öykünün
şimdiki haline dair bir şeyler demek gerekirse de günümüzde nüfusun, ekonomik
alım gücünün belli bir seviyede artmasıyla her şeyde olduğu gibi öyküde de
üretim ve tüketim oranı artmış durumda. İyi öyküler olduğu kadar kötü öyküler
de okuyoruz hatta yazıyoruz. Öykünün şimdiki halini anlamak için gelecekten
bakmak lazım. Ona da imkan yok. Bu soruya paradoks içeren bir cevap veriyorum
beni bağışlayın. Ama içinde yüzdüğüm nehre dair bir şeyler demem çok zor.
Yarınını da bilmiyorum. Sadece umutlarım olabilir yarına dair. Bugünün öyküsü,
sebat edenin, bedelini ödeyenin, yarına kalacağı bir durumda. Dilerim
bugünün yazarları olan bizler yarının öyküsünün halinde de yer buluruz.
3-Öykü, hayatın
neresindedir?
Sanatsal anlatı formu
olarak öykü benim hayatımın merkezinde değil. Hayatımın merkezinde olan şey
yaşamak. Anlamak. İzlemek. Tanık olmak. Ama merkeze en yakın çevrelerimden biri
öykü. Bütün şahitliklerimin bir şekilde daha anlaşılabilir olmasını sağlıyor ya
da ben öyle olmasını umuyorum. Öykü, sokaktaki insanın gündemi olamayacak kadar
uzakta. Çünkü sokaktaki insanın kendine ayıracak bile vakti yok. Sezonda
kitapçıda çalışırken bunu düşünüp duruyorum mesela. Çalıştığım arkadaşlarım,
mağaza müdürüm ve ben. Sabah sekiz gece on bir. Hiç durmadan çalışıyoruz. Tam o
zamanlarda öykü lüks ve komik bir şey haline geliyor. Okumak, bir şeyler
düşünmeye vakit bulmak bile imkansız. Ama öyküyü kıymetli kılan da tam olarak
buralarda olan şey. Anlatacağın anı beklemen, beklerken bekleyişinin bir
şeyleri olgunlaştırması. Şahitliğini herkesin şahitliği kılabildiğin bir şey
öykü. Dilediğin tarzda anlatabilirsin orada hikayeni ama şahitliğini belirtmen
önemli. Bu pencereden bakınca öykü hayatın her anında ve yerinde.
4-Öykünün
penceresinden Türk şiiri nasıl görünüyor?
Heyecanlı ve
hareketli. Yaratıcı ve cüretkar. Bitimsiz bir ufuk.
5-Yeni medya, edebiyat ve sanata nasıl katkılar veriyor?
Yeni medya edebiyat ve
sanattan çok pazarlama ve reklamcılığa katkı sağlıyor bence. Medyanın sanata
nitelik açısından bir katkısı olacağını düşünmüyorum. Sadece yaygınlık ve sizin
sesinizin ulaşamadığı köşelere ulaşmanızı sağlayan bir aracı olabiliyor. Akla
hemen metinlerde kullanılan yeni medya dili ya da biçimsel olarak metne yeni
medyanın araçlarının girmesi gelebilir ama bu bence bir katkı değildir. Yeni
medyanın bir katkı sunması için kuramsal çalışmaların olması lazım. Bizde
maalesef birkaç genel geçer, kalıp cümleler dışında bir şey görmek çok zor.
6-Türk
edebiyatındaki eleştirinin icrası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bugün için konuşacağım
bu soruda. Cevabı uzun bir soru olabilir çünkü diğer türlüsü. Günümüzde
eleştirinin olmadığını ve olmasının da imkansız olduğunu düşünüyorum. Uzun bir
yazıya çalışıyorum bu konuda ama burada kısaca sebebini, kendi penceremden,
söylemeliyim. Edebiyat yayıncılığı karlılığı çok düşük bir iş. Nitelikli
edebiyat, gönüllülük üzerinden, dergilerde sürüyor. Bu dergilerin ya yine düşük
karlarla çalışan yayınevleri ya da ilişkide olduğu düşük karlı çalışan
yayınevleri var. Dergilerde yazan isimler bu yayınevlerinden kitaplarını
çıkartıyor. Çoğu zaman telif de almadan. Burada bir ağ var. Eşyanın tabiatına
uygun bir şekilde işleyen. Örneğin X dergisinin editörü Y yayınevine de iş
yapıyor. Ve A yazarı hem X dergisinde yazıyor hem de Y yayınevinden kitapları
çıkıyor. Heyecanlı bir Z yazarının A yazarının eserine dair olumsuz bir şeyler
söylemesi mevcut ağ içinde yer almasını engelleyeceği için eleştiriler
geçiştiriliyor. Hemen burada eleştiriler gelecektir bu cevabıma. Kimseyi töhmet
altında bırakmak niyetinde değilim. Sadece eleştirinin zenginlik içinde
olacağını anlatmaya çalışıyorum. Günümüz yayıncılığında, bu tüm kamplar için
geçerli, hepimiz birbirimize gebeyiz. Az karla çok iş yapmaya çalışıyoruz.
Böyle bir ortamda eleştirinin olması mümkün değil. Ki ülke kültürü de buna izin
vermiyor zaten. Eser eleştirisi şahsiyet eleştirisi gibi algılanıyor. Okur,
eleştiri yazılan yazarla kavgalı olduğunuzu, argo olacak ama, ona çaktığınızı
düşünüyor. Eleştiri bir kültür meselesi. Kültürü yaratan da en basit anlamda
artı ürün. Yani para yani bolluk. Biz kıt kaynaklar üzerindeyiz. Anca karnımız
doyuyor. Ekmeğimize göz dikilmiş gibi hissediyoruz.
7-Yeryüzüne
dayanabilmek, özgürlüğe kaçmak için ne/ler yapıyorsunuz?
Çok fazla kendimle ve
Allah’la konuşuyorum. Yaşadığım şehirde deniz olmadığı için sadece gökyüzüne
bakıyorum. Bir de camımın tam karşısında duran Takkeli’ye.
8-Politik
düşünceniz bu ülkeye neler söylüyor?
Politik bir düşünceye
sahip değilim. Gündelik düşüncelerden kaçmaya çalışıyorum. Sadece ilkelerim var
bir takım. Şayet bir politik görüşüm olsaydı o bana bu ülkede işini yürüttüğüne
bak gerisini umursama derdi. Çünkü politik görüş oportünisttir, pragmatisttir.
Ama inancım yaptığım işi iyi yapmam gerektiğini söylüyor. Ekmeğini yediğim,
sofrasına oturduğum, derdimi anlattığım, derdini dinlediğim, hediyeleştiğim,
selamlaştığım, aynı yolda adımladığım, aynı gök kubbe altında nefes aldığım
insanlara karşı ahlaklı olmam gerektiğini söylüyor. Bu dünyadan çıkarken
yanımda sadece iyiliği götürebileceğimi düşünüyorum. Adil olmam gerektiğini ve
insanların benden emin olması gerektiğini. Kendime ve bu ülkeye dair aklımdan
sürekli bunlar geçiyor.
9-Sanat muhalif
midir?
Sanat araçtır. Sanatçı
muhalif olabilir. En nihayetinde iktidarlar için üretilen sanat eserleri de
var. Sanat muhaliftir demeyi çok isterdim ama sanatın sahibi vardır. Sanat
geniş bir kavram ve alan. Milyarlarca doların dolaşımda olduğu bir sektör de
aynı zamanda. Muhalif olan ancak sanatçı olabilir. Ama muhalif olmak ya da
iktidarı desteklemek meselesi de genellenmesi yanıltıcı bir mesele. Kendi
gerçekliğiniz içinde anlam bulacak bir durum.
10-Bu sözcükler hakkında ne düşünüyorsunuz: Kader, gelecek, günah, ölüm, rüya, kayıp, zaman.
Kader: Hayatın bana en
büyük armağanı. Dost. Abla. Rastlantı, nasip, talih ve belirsizlik.
Gelecek: Bilinmezlik
ve o bilinmezlik üzerine zihnin sürekli kumdan kaleler inşa etmesi.
Günah: Yasak ağaç.
Hikayenin başı.
Ölüm: Simülasyonun
sonu. Gerçeğin ilk adımı.
Rüya: Emre Tan aklıma
geliyor. Vefatından önce, unutamadığı rüyaları anlatmıştı. O rüyaları
düşünüyorum. Gökle bağı olanın rüyaları da sahih oluyor gerçekten.
Kayıp: Bu ülkenin
insanı, ben, biz.
Zaman: Onu Tanrı
yaşar.
Yorumlar
Yorum Gönder