"2010 Kuşağı Öykü Kanonu" adını verdiğimiz ve Türk öyküsüne dergilerde, kitaplarda hayat veren yazarlarımızla birlikte bir soruşturma gerçekleştiriyoruz. Öykücüler, hem kendilerini anlatacak hem de öykü anlayışlarının penceresindeki görünen dünyayı bize aktaracaktır. Otuz dördüncü soruştumamıza yanıt veren öykücü ve öğretmen Şengül Can olacak. 1985'te Sivas'ın Zara ilçesinde dünyaya geldi. Sakarya Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden 2008 yılında mezun oldu. Çerçi Sanat isimli İnternet dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri'nde "Sarkaç" isimli dosyasıyla 2013 yılında birinci oldu. Dosyası, Varlık Yayınları tarafından 2013'ün Aralık ayında okuyucuyla buluşturuldu. İkinci öykü kitabı Devamsız Aralık 2019 tarihinde Can Yayınları tarafından yayımlandı. Bir Evi En Çok Ne Zaman Terk Edersin? adlı oyunu 2018 yılında Galata Perform tarafından düzenlenen "Yeni Metin Yeni Tiyatro Festivali" kapsamında okuma tiyatrosu olarak seyirciyle buluştu. Yaşar Nabi Ödülleri'ni ona kazandığını Hatice Meryem'in aktardığını bir söyleşisinde dile getirmiştir.
(Fotoğraf: Önder Sertçelik)
1-Metinlerinizi var eden dil olan
Türkçeye bir gün minnet borcunuzu ödemek için ne yapmak istersiniz?
Ben öykülerimde Anadolu ağızlarına
oldukça fazla yer veren biriyim. Hatta ikinci kitabım Devamsız böyle başlar ‘kelimelerinin anayurdu büyükanneme’ onun
diline ve kelimelerine çok şey borçluyum. Kaç dil öğrenirsen öğren, nerede
yaşarsan yaşa insanın anadil ile olan bağı hep çok güçlüdür. Kendini en iyi
orada ifade eder. Travmaları da o dilin içindedir, çocukluğu da. Ve nasıl
çocukluk geçmiyorsa, annemizin konuştuğu dil ile olan bağımız da öyledir. Devamsız Anadolu ağızlarına küçük bir
dokunuştur. Ama beni o kelimeler büyütür ve besler. Minnet borcum, benimle bu
dili konuşan başta büyükannem olmak üzere, o insanlaradır.
2-Türkçede öykünün şimdiki ve
gelecekteki hâli nasıldır?
Ben öykünün 50 Kuşağı ile
bağ kurmaya çalışan, 50 Kuşağını kendisine bir okul bilen biriyim. Günümüzde
çok öykü yazılıyor, daha önce dergi de çıkarttığım için daha yakından takip
etme fırsatım oldu. Ama genelde öyküler birbirine çok benziyor. Yazarın başta
üslûp derdi olmalı, içerik ve biçim açısından özgün nasıl bir yol izleyebilirim
bunun derdin de olmalı bence. Genelde tüketim endüstrisine doğru bir yöneliş
var. Bu da gelecek için sıkıntılı bir durum. Ama yeni olan her şeyi öykünün
lehine de çevirebiliriz. Bunu bizim elimizde.
3-Öykü, hayatın neresindedir?
Her şey anlatılabilir.
Hiçbir konu diğerinden daha üstün değildir. Önemli olan nasıl kağıda döktüğün. Ben
ânlara odaklanıyorum daha çok. Her insanın öyküsü vardır. Ama kesitler,
detaylardır bence öykü.
4-Öykünün penceresinden Türk şiiri
nasıl görünüyor?
Ben daha çok şiir okuyan
biriyim. Hatta şiir olmazsa öykü de olmaz benim için. En büyük derdim dil ile.
Aklıma bir öykü düştüğünde beraberinde başka bir soru ortaya çıkıyor. “Bunu
nasıl anlatabilirim?” Bu soru benim için şiire dahil daha çok. Şiirde benim
için edebiyata dahil. Yunus Emre’yi çok okurum. Geçmişten bugüne tarihsel
olarak da okumaya çalışıyorum. Divan edebiyatı aslında konu bakımından çok
zengin fakat sadece belli konularda yazılmış eserler varmış gibi bir algı var.
Bunda edebiyat eğitiminin büyük payı var. İkinci Yeni zaten her zaman baş
ucumda. Didem Madak da öyle. Günümüz şiirini de takip etmeye çalışıyorum.
Sevdiğim metinlere ve şairlerine ulaşıyorum. İyi ki varlar.
5-Yeni medya, edebiyat ve sanata
nasıl katkılar veriyor?
Aslında yeni medyanın
etkisini erken keşfedenlerdenim. İlk öyküm bir İnternet dergisinde yayınlandı,
daha sonra arkadaşlarımla birlikte başka bir İnternet dergisi çıkartmaya
başladık. Ama daha erkendi sanırım. Dergiyi kapattıktan yıllar sonra yeni medya
daha çok gündeme geldi. Yeni medya konusu son zamanlarda çokça tartışma konusu
oluyor. Bir sanatçı bu konuda nasıl davranmalı? Sosyal medyayı aktif
kullananlar olduğu gibi hâlâ mesafeli yaklaşanlar da var. Olumlu birçok tarafı
var evet. Nitelikli okurla karşılaşmalar bunun en önemli ayağı sanırım. Daha
çok insan belki kitaplarını okuyup sözcüklerine dokunuyor. Bunun sanalı,
gerçeği yok. Fakat bir manipülasyon aracı olarak da kullanılabilir. Ve aslında
yapılan birçok şeyin manipüle etkisi vardır. Kültür endüstrisi bunu kendi
çıkarına kullanacaktır. Bu endüstri için iyi metin üretmek yeterli değildir.
Tabii ki buna teslim olmalı mıyız? Bütün bunlar karşısında sanatçı ne
yapmalıdır. Bence kendimize ihanet etmeden, etik değerlerimizi koruyarak
mücadelemizi sürdürmeliyiz. Çünkü her şeye rağmen okur nitelikli edebiyata
ulaştığında bunun karşılığını veriyor.
6-Türk edebiyatındaki eleştirinin
icrası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Eleştiri günümüzde
tanıtım yazılarına dönüştü ya da sosyal medya kanalından postlara ve
beğenilere. Ama hâlâ güçlü eleştiriler yazılıyor bence. Benim için eleştiri,
metni yeni bir katmandan okuyabiliyorsa,
başka bakış açıları katıp çoğaltabiliyorsa ya da sanatçıya yeni bir fikir
veriyorsa amacına ulaşmıştır.
7-Yeryüzüne dayanabilmek, özgürlüğe
kaçmak için ne/ler yapıyorsunuz?
Yeryüzüne dayanabilmek
için öncelikle yemek yapıyorum. Yoksa aç kalırım. Kültür endüstrisi gibi gıda
endüstrisi de bana hitap etmiyor. Bunun dışında uzun yürüyüşler, hayvanlarla
geçirdiğim zamanlar, kitaplar ve filmler diyebilirim.
8-Politik düşünceniz bu ülkeye neler
söylüyor?
Kendimi herhangi bir
ideoloji üzerinden tanımlamıyorum. Sınırlandırmıyor ya da isimlendirmiyorum.
Her birimiz eksik, tamamlanamayan hayatlar yaşıyoruz. Aile ve toplum büyük
kuşatılmadır. Şu an ilgilenilmesi gereken en önemli mesele "iklim krizi"dir. Ve
çok da vakit kaybetmemek gerekiyor. Sadece bir soru, Amazonlar neden yok
ediliyor, ağaçlar neden kesiliyor? Doğanın katledilişi ve gıda endüstrisi
ilişkisini düşünmekle başlayabiliriz.
9-Sanat muhalif midir?
Sanat rahatsızlıktan
doğar. Bu, her türlü rahatsızlık olabilir. Neyin nasıl sanatı ortaya
çıkartacağını bilemeyiz. Sanatçının başka seçeneği yoktur. Bu sıkıntı
karşısında üretmek zorundadır. Kişi üretmeden de mutlu ise bence o zaman
üretmeyebilir. Sıradan yaşantısına devam edebilmek de bence en özel şeylerden
biridir. İşte burada şöyle bir durum var. Sanatçıyı rahatsız eden şey, toplumu
da rahatsız ediyor mu? Toplumun genelini mi mesela? Ya da yok denecek kadar az
bir kısmını mı?
10-Bu sözcükler hakkında ne
düşünüyorsunuz: kader,
gelecek, günah, ölüm, rüya, kayıp, zaman.
Kader ve günah daha çok
çekirdek ailedir benim için. Bizde “alın yazısı” derler. Geri dönüp baktığım da,
daha büyük fotoğrafta ise o çekirdek ailede doğmakla başlayan bir hikâye,
büyüdükçe yaşadığın şehir, ülke. Bu şehir arkandan gelecek diyor Kavafis.
Boşuna söylememiş.
Gelecek, umutsuz değilim,
karamsarım.
Ölüm ve kayıp, iki kavram
bir olup bende bir duyguya dönüştü. Kısa süre önce yaşadığım kayıplar ölümle
ilgiliydi. Ve iki kavram arasında dilim bağ kurdu. ‘Dîl’ Farsça’da gönül demek.
Rüya, kimi zaman gerçekle
karıştırdığım rüyalarım oluyor. Sıkı bağlarım olduğunu düşünüyorum. Rüyalar hem
psikanalitik açıdan hem de bugünü yorumlama açısından hem de sanat açısından
çok değerli bence. Bilinçaltının açığa çıktığı bu nadir anlar. Kendimizi de en
iyi tanıma fırsatlarıdır.
Zaman, anlamak için çokça
didindiğim bir mevzu. İlk kitabımın adı Sarkaç’tı. Geçmiş gelecek yok,
kesitler vardı.
Yorumlar
Yorum Gönder