2010 Kuşağı Öykü Kanonu Soruşturması - 39: Mesut Doğan


"2010 Kuşağı Öykü Kanonu" adını verdiğimiz ve Türk öyküsüne dergilerde, kitaplarda hayat veren yazarlarımızla birlikte bir soruşturma gerçekleştiriyoruz. Öykücüler, hem kendilerini anlatacak hem de öykü anlayışlarının penceresindeki görünen dünyayı bize aktaracaktır. Otuz dokuzuncu soruşturmamıza yanıt veren öykücü Mesut Doğan olacak. 1968'de Afyon'da doğdu. Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesinden mezun oldu. 1996 yılından bu yana bir kamu hastanesinde yönetici olarak çalışmaktadır. Şadırvan ve Kardelen dergilerinin kurucuları arasında yer aldı. 2010'lardan önce şiir ve gezi yazılarıyla edebiyat dünyasında yer aldı. Öyküleri; Heceöykü, Öykü Gazetesi, Dergâh, Mahalle Mektebi dergilerinde yayımlandı. İlk öykü kitabı Meczupların Görevleri 2016 yılında Hece Yayınları tarafından yayımlandı. İkinci öykü kitabı Unutulmuş Sesler Odası ise 2019 yılında Ötüken Yayınları aracılığıyla okurla buluştu. Hâlen öykü yayımlamayı sürdürmektedir. Evli ve üç çocuk babasıdır. Yazar, bir söyleşisinde öykü yazmaya başlamasıyla birlikte sanat hayatındaki meselelerini yeniden ifade etmeyi ve ifade edemediklerine de yer açtığını söylemiştir.

1- Metinlerinizi var eden dil olan Türkçeye bir gün minnet borcunuzu ödemek için ne yapmak istersiniz?
Bu soruyla aklıma nedense Meksika edebiyatını yazdığı iki küçük hacimli eserle şekillendirmeyi başaran Juan Rulfo geliyor. Belki de Puşkin. Basit sözcüklerle çok derinde olanı yüzeye çıkaran, görülebilir seviyeye getiren bir eser yazmak. Bir gün tek bir eserle bunu başarmak isterdim. Ama zor bir vizyon olduğunu biliyorum. Oraya, o çok yukarılarda duran hedefe rutin faaliyetlerle varılamayacağını görüyorum. O yola girince de bir şekilde yolun beni oraya sürükleyeceğini de. Kim bilir. Kim bilmez. Belki başarırım bir gün.

2-Türkçede öykünün şimdiki ve gelecekteki hâli nasıldır?
İnsan var olduğu sürece öykü de var olacaktır. Çizimlerle, sözlerle, yazılarla ve ilerleyen zamanlarda bilemeyeceğimiz anlatım yöntemleriyle. Bu içinde yuvarlanıp durduğumuz, elimizi ayağımızı kesen, acıtan ve her gün kendimizi avutmak için yorumlayıp durduğumuz dünyada olmanın, acıyı en aza indirmenin çaresi bu herhâlde. Ninem yemek yerken birden sofradan emekleyerek sağa sola saldırır taklitler yaparak anlatımını kuvvetlendirirdi. Onun yöntemi de buydu. Günümüzde günlük tüketim nesneleri seviyesine yaklaştırılan öykü kim bilir üç vakit sonra daha kalıcı ve kapsayıcı hâle gelecektir. Çok öykü yazılıyor. Ama insanların okuma eyleminden hızla uzaklaşmaları daha kısa olması nedeniyle öyküyü uzun süre gündemde tutacaktır. Şiirden öyküye geçtiğimde burada kalabalık yoktur diye sevinmiştim. Ama gürültü ve tozu dumanı görünce sevincim kısa sürdü. Ne olursa olsun iyi ve sağlam öykü bir şekilde kalıcı oluyor. 

3-Öykü, hayatın neresindedir?
Öykü hayatın her yerinde, kılcal damarlarında, bütün sistemlerinde yer alıyor. Ama onu bir madenci gibi tozlarından ayıklayıp ya da toza bulayarak öykü haline getirmek yazarın en önemli işidir. O da ciddi bir gözlem, okuma ve yetenek istiyor.

4-Öykünün penceresinden Türk şiiri nasıl görünüyor?
Şiir her zaman bir basamak üstte görünüyor elbette. Ben de şiirden öyküye geçtiğim için bazen iyi bir şiir okuduğumda içimde hep o özlem ve istek beliriyor. Ama şiir çok emek isteyen bir tür. Ama genelde şiirin öyküye ufuk açtığını ve tıkandığımız yerde imdadımıza yetiştiğini de söylemek isterim. Şiirden epeydir uzak olduğum için derin okumalar yapamıyorum. Bu konuda fazla bir şey diyemem herhalde.

5-Yeni medya, edebiyat ve sanata nasıl katkılar veriyor?
Katkı mı veriyor yoksa kısa sürede tüketip çöpe mi atıyor bilemiyorum. Ama yeni medya bana hep bir şeyleri hırsla tüketip kısa sürede atıveren bir canavarı hatırlatıyor. Kısa zamanda sayısız insana ulaşıyorsunuz ama bu asla bir okumaya ve tahlile dönüşmeyen kısa, anlık beğeni seviyelerini geçemiyor. Bu ulaşılabilirlikle bir eseri değerlendirmek ne derece doğru olur bilemiyorum. Emek verilmeyen kolaylıkla elde edilen şeylerin hak ettiği değeri bulmadığını düşünüyorum.

6-Türk edebiyatındaki eleştirinin icrası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Eleştiri edebiyatta en zor işlerden birisidir. Günümüzde yalnızca edebiyatta değil yaşamın tüm alanlarında eleştiri, değerlendirme, bir nevi denetim türündeki yöntemler ve süreçler artık işlemiyor. Aslında günümüz sosyal medyası da bu sonucu tetikliyor. Bütün engelleri kaldıran medya her ürünün her yerde görünmesini sağlıyor.

7-Yeryüzüne dayanabilmek, özgürlüğe kaçmak için ne/ler yapıyorsunuz?
Altı yedi yıldır eski yaşam tarzım olan duvar dibinden gidip gelme işini yapıyorum. İnsanlardan olabildiğince uzak duruyorum. Mümkün olsa da insan olmayan bir yere gidebilsem.

8-Politik düşünceniz bu ülkeye neler söylüyor?
İnsandan daha kötü bir varlık göremiyorum. Ne zaman bir haksızlık ve zulüm görsem meleklerin ilk insanın yaratılma sürecindeki sözleri ve endişelerini hatırlıyorum. İnsanlar hiç ölmeyecekmiş gibi her şeye saldırıyor. Çok üzücü, yıpratıcı bir durum.

9-Sanat muhalif midir?
Elbette muhaliftir. Muhalif değilse bence sanat değildir. Sanat her zaman kürnekten ayrılan o koyundur, çuvalı delen mızraktır.

10-Bu sözcükler hakkında ne düşünüyorsunuz: Kader, gelecek, günah, ölüm, rüya, kayıp, zaman.
Kader: Kadere iman edip kederden emin olan insanlara saygım her geçen gün artıyor.
Gelecek: Gelecek önemli değildir. Önemli olan geçmiştir. Çünkü mütemadiyen değişir.
Günah: İnsana, insan ve eksik olduğunu hatırlatan en önemli şeydir.
Ölüm: En çok ondan sonrasını merak ettiğim, insanın tüm sıkıntılarını yok eden şey.
Rüya: Yaşamın ta kendisi değil mi?
Kayıp: O’nu bulan neyi kaybeder.
Zaman: Her gün giysilerimizi ellerimizi ve ayaklarımızı kullanan ve işi bitince bizi bir kenara atıp bir başkasıyla yoluna devam eden felaketler anası.



Yorumlar