"2010 Kuşağı Öykü Kanonu" adını verdiğimiz ve Türk öyküsüne dergilerde, kitaplarda hayat veren yazarlarımızla birlikte bir soruşturma gerçekleştiriyoruz. Öykücüler, hem kendilerini anlatacak hem de öykü anlayışlarının penceresindeki görünen dünyayı bize aktaracaktır. Kırkıncı soruşturmamıza yanıt veren öykücü Engin Barış Kalkan olacak. İstanbul'da 1980 yılında dünyaya gelmiştir. İstanbul Üniversitesi Kimya bölümünden mezun olmuştur. Bir kamu kurumunda kimyager olarak çalışmaktadır. Muhtelif dergilerde öyküleri yayımlanmıştır. İlk öykü kitabı Maveraünnehir Nereye Dökülür? İletişim Yayınları'ndan 2017 yılında çıktı. İkinci öykü kitabı Anonslu Kaset Doldurulur aynı yayınevinden 2019 yılında okurla buluştu. Ekşi Sözlük'te bir kullanıcı yazar hakkında şunları söylemiştir: "Kibar ve mesafeli yazar. Futbol sevdiğini düşünüyorum.".
1-
Metinlerinizi var eden dil olan Türkçeye bir gün minnet borcunuzu ödemek için
ne yapmak istersiniz?
Sorunuz
kapsamıyor ama ben önce minnet duyup duymadığımdan söz etmek istiyorum.
Türkçenin içine doğdum, orada yaşadım. Yanı sıra başka dillerle bağım oldu ama
gündelik dilim hep Türkçeydi. Bu birliktelik için Türkçenin de benim de gayret
göstermemiz gerekmedi. Benimle aynı durumdaki milyonlarca insan hâkim oldukları
bu dili sadece iletişim kurmak, yaşamlarını kolaylaştırmak için kullanırken ben
uğraştım, didindim; bir dilin varlığını sürdürebilmek için sahip olmak zorunda
olduğu; edebî metinler üretmeye çalıştım. Yani Türkçeden faydalanmakla
kalmadım, ona fayda vermek için de çabaladım. Bu ilişkiden minnet doğar mı,
emin değilim.
2-Türkçede
öykünün şimdiki ve gelecekteki hâli nasıldır?
Yoğun
bir üretim döneminden geçtiğimizi hepimiz görebiliyoruz. Öykü, nispeten kısa ve
belli kalıplara riayet edilmesi durumunda yazılabilir, paylaşılabilir ve
yazanını bilinir kılabilir bir enstrüman olarak binlerce tüketim malzemesinin
arasında yerini aldı. İçlerinde çok iyi olanları da var elbette ama bunları
ayırt etmemize, kalabalığın arasından çekip hak ettiği kıymeti vermemize yardımcı
olacak bir eleştiri ortamı maalesef yok artık. Eleştiri yazıları yerlerini
kitap tanıtım yazılarına bıraktı. Bu işlev için eskiden kitapların arka
kapakları kullanılırdı; şimdi buna bir de gönüllü tanıtımcılar eklendi. Aynı
kitabın, birbirine yakın zamanlarda ve hemen hemen aynı cümleler kullanılarak
yazılmış onlarca tanıtım yazısına rahatlıkla ulaşabiliyoruz. Bu emeğe elbette
saygı duyuyorum ama ben hala bir kitapla ilgili ön fikir sahibi olmak
istediğimde arka kapak yazılarını okumayı tercih ediyorum.
Gelecekte
bir tüketim malzemesine, pop kültürün tesirinde skeç formuna dönmüş olan öykü
türünün edebiyatla olan bağının güçlenmesini umuyorum.
3-Öykü,
hayatın neresindedir?
Bu
sizin onu nerede okuduğunuza bağlı. Metroda okuyorsanız metroda, evde okuyorsanız
evde. Kastettiğiniz öykünün hayatın neresinden çıkarıldığıysa cevabım farklı
olur tabii. Hiçbir yerinde. Yazarlar hikâyelerini yaşamdan değil, ona kendi
kafalarında verdikleri yepyeni bir biçimden çıkarırlar. Doğrudan hayattan
alınan metin yaratıcılık içermez, o şekilde yazılan şey bir köşe yazısı veya
günlük olur.
4-Öykünün
penceresinden Türk şiiri nasıl görünüyor?
Bu
sorunun cevabına bir itirafla başlamam gerekiyor. Ben öykünün de şiirin de iyi
bir okuru değilim. Daha doğru bir ifadeyle; okumaya ayırdığım süre, iyi bir
okur olarak kabul edilmeme yetecek uzunlukta değil. Not defterim sağda solda
gördüğüm, okumak istediğim ama birçoğunu asla okuyamayacağım kitapların
isimleriyle dolu. Şiirle olan bağım, aklıma şiir okumak düştüğünde hemen
herkesin bildiği isimlerin kitaplarını karıştırmaktan ibaret. Bazen yeni
yazılanları okumaya heves ettiğim de oluyor ama okuduğum şey çoğu zaman birbiriyle
alakasız, kulağa hoş geleceği düşünülen tamlamaların peş peşe dizilmesinden
ibaret gibi görünüyor bana. Bu durumu şiire, yazılan her şeyi anlayabilecek
kadar emek vermemiş oluşuma bağlayıp kitabı kapatıyorum. Özetle bu işten hiç mi
hiç anlamıyorum.
5-Yeni
medya, edebiyat ve sanata nasıl katkılar veriyor?
İnsanların
sanata ve edebiyata daha fazla maruz kalmalarına yarıyor olabilir. Ama burada
da sanat ve edebiyat olarak kodlanan ve kullanıcıların önüne konan işlere
sözünü ettiğimiz mecraların iktidarlarının karar verdiğini unutmamak gerek.
6-Türk
edebiyatındaki eleştirinin icrası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu
konuya önceki sorulardan birinde değinmiştim. Eleştiri kalmadı maalesef. Artık
sadece tanıtım, reklam ve yer kaplama var. Edebiyatın bir süredir eleştiri
adında bir bileşeni yok.
7-Yeryüzüne
dayanabilmek, özgürlüğe kaçmak için ne/ler yapıyorsunuz?
Kendime
ayırabileceğim bir zaman dilimi yakalayabilirsem, yanı sıra derim de varsa,
deriden eşyalar yapıyorum. Deriyle uğraşmak en sevdiğim şey. Okuduğum da
oluyor, nadiren yazdığım da. Seyahat, insana özgür olduğu yanılsamasını
sunabiliyor. Koşullar elverişliyse seyahate çıkmaktan, daha önce görmediğim
yerlerde dolanmaktan büyük zevk alıyorum.
8-Politik
düşünceniz bu ülkeye neler söylüyor?
İşçi,
diyor. Ama artık bunu kimsenin umursadığı yok.
9-Sanat
muhalif midir?
Sanat
varlığını, vücuda gelmesini sağlayan rahatsızlığa, ruh bozukluğuna borçludur.
Meydan okumak, itiraz etmek, göze sokmak, bak bu da var demektir. Bunları
içeren bir üretimin pürüzsüz, kadife dokunuşlu olmasını bekleyemeyiz. Elbette
buradan kastettiğimiz muhalefet salt siyasal muhalefet değil.
10-Bu
sözcükler hakkında ne düşünüyorsunuz: Kader, gelecek, günah, ölüm, rüya, kayıp,
zaman.
Yekten
baktığımda sözlük anlamlarını düşünüyorum. Tatlı birer aforizma patlatmak için
çok elverişli sözcükler ama ben bunu yapacak biri değilim. Affımı istiyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder