2010 Kuşağı Öykü Kanonu Soruşturması - 43: Emin Gürdamur

"2010 Kuşağı Öykü Kanonu" adını verdiğimiz ve Türk öyküsüne dergilerde, kitaplarda hayat veren yazarlarımızla birlikte bir soruşturma gerçekleştiriyoruz. Öykücüler, hem kendilerini anlatacak hem de öykü anlayışlarının penceresindeki görünen dünyayı bize aktaracaktır. Kırk üçüncü soruşturmamıza yanıt veren öykücü Emin Gürdamur olacak. 24 Aralık 1980'de Trabzon'da dünyaya geldi. On Dokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. Bir kamu kurumunda yayın koordinatörü olarak çalışmaktadır. Ankara'da ikamet etmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır. Öykü ve yazıları Hece, Heceöykü, Dergâh, Post Öykü, İtibar, Muhayyel, Türk Dili, Genç Kalem dergilerinde yayımlanmıştır. Heyecanla karşılanan ilk öykü kitabı Atları Uçuruma Sürmek, 2017 yılında Hece Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluştu. İkinci öykü kitabı Herkesten Sonra Gelen 2019 yılında Ketebe Yayınları'ndan çıktı. "Gerçekçi gözlemlerle insanın kritik dönüşüm anlarını lirik bir dille hikâyeye aktarması ve bunu da kalıcı bir insanlık tecrübesine dönüştürmesi nedeniyle" açıklaması yapılarak Öykücü Emin Gürdamur "Necip Fazıl İlk Eserler Ödülü"nü 2019 yılında almıştır.


1- Metinlerinizi var eden dil olan Türkçeye bir gün minnet borcunuzu ödemek için ne yapmak istersiniz?
Söz keramettir. Türkçeyse bir mucize. İçinde yaşadığımız, yaşarken aşındırdığımız bir mucize. Yaşamın özünü dille kavrarız. Dille görür, dille duyar ve dille anlarız. Onunla meşguliyetim arttıkça, sayesinde erişemeyeceğim hiçbir anlam katmanının kalmayacağına dair bir duygu kaplıyor içimi. Bundan olsa gerek Türkçe dillerden bir dil değil benim için. İnsan annesi için annelerden bir anne diyebilirse, dili için de varsın desin. Hâlbuki bilinç düzeyine çıkan her düşünce ve hatta her kurgu, sadece doğarken dilden beslenmez, sonsuza kadar dille ilişkisini, alışverişini sürdürür. Yazarken Türkçeyle aramızda beliren gerilim, yazının anlamını dıştan ve içten kuşatan, ondaki hayatiyeti teminat altına alan bir doğurganlığın dışavurumudur aynı zamanda. Ona borcumu ödeyebilir miyim? Her kitapta biraz daha yaklaştığımı hissettiğim bir kitap var. Kelimelerimi yerli yersiz ayartan, beni dur durak bilmeden kendine doğru koşturan bir kitap. Ne yalan söyleyeyim, bitirdiğim her öyküye, acaba bu onun bir parçası mı, diye uzun uzun bakmaktan kendimi alamıyorum. Ömrüm ona erişmeye yetecek mi bilmiyorum ama bir gün ona erişirsem Türkçeye de borcumu ödemiş olacağım.

2-Türkçede öykünün şimdiki ve gelecekteki hâli nasıldır?
Öykü tarihî bir hareketlilik yaşıyor. Gözümüzün önünde oluyor bu. Dergiler, kitaplar, kuramsal metinler edebiyatın bu nahif türünün büyük bir doğum gerçekleştirebilmesi için âdeta seferber olmuş durumda. Türün özellikle gençler arasında itibar kazanması, onun geleceği adına umut vadediyor. Bunca hareketliliğin ziyan olacağını sanmıyorum. Tabii burada deneysel kimi tutumların dili incittiğini, dile halel getirdiğini de söylemek isterim. Dijital çağda sadece öykünün değil bütün bir edebiyatın önündeki en büyük tehdit bu gibi duruyor. Hâlbuki dili kaybedersek hikâyemizi de yitirmiş olacağız. Yani onu postmodern ukalalıkların kurbanı edeceğiz. Okuyup yazan herkese, Türkçeye sadakat göstermeleri için yalvarabilirim. Nedir bu sadakat? Birikimimizin farkında olarak yeni şeyler ortaya koymaya çalışmak. Her yazarda her metinde başa dönmek, Türkçeyi emekleme döneminden itibaren keşfetmek zorunda değiliz. Bu hem dile hem okura haksızlık. Öykünün, kendini o büyük birikimin ucuna ekleyebilmesi durumunda Türk edebiyatının altın halkası olacağına inanıyorum.

3-Öykü, hayatın neresindedir?
Öykü hayatın yaşanmamış ya da yanlış yaşanmış her yerindedir. İnsanı öyküye iten şey bu yanlışlık ve yoksunluk duygusudur. İnsanla hayat arasında görülmemiş hesaplar var. Laf olsun diye söylemiyorum bunu. Kendimize dair azıcık kazı yaptığımızda, maskelerden, kabuklardan arınmaya kalktığımızda, her seferinde başka biriyle karşılaşıyoruz. Geçmişle aramızda, mahiyetini çözemediğimiz bir alışveriş var. Kalplerimiz başlı başına bir muamma. Tanpınar’ın ifadesiyle binbir başlı bir muamma. Ezberler, sloganlar bizi bu bilinmezlikten koruyor. Korumuyor da narkoz misali acımızı hafifletip çırpınışımızı dindiriyor. Ama gerçek bir koruma değil bu. Gerçekte tek kelime konuşmadan saatlerce sohbet etmemizin, aynaların önünden kendimizle karşılaşmadan geçip gitmemizin sebebi bu. Öykü bu dağın önünde, kazmasız, küreksiz, dişsiz, tırnaksız duruyor. Onun üstesinden gelmek için elinde sadece rüya var. Burada öykücü Ali Necip Erdoğan’ın “Bir Rüya Görme Sanatı Olarak Öykü” yazısını hatırlatmak isterim. Öykü bir gündüz düşüdür. Tıpkı rüya gibi hayata karşı tartışmasız üstünlüğünü, hayatın sert ve yanılgılarla dolu çehresine borçludur. Öykü, bu abus çehre karşısında nerede duracağımızı değil nerede durmayacağımızı da söylüyor.

4-Öykünün penceresinden Türk şiiri nasıl görünüyor?
Neredeyse tanıdığım bütün öykücüler şiir okuyor. Onları şairlerden ayıran özellik nesir yazmaları ve birbirleriyle kavga etmemeleri diyebilirim. Şiiri anlamak için ya da eskilerin ifadesiyle terennüm etmek için okuyoruz. Yargılamak, onun bugünü hakkında hüküm, yarını hakkında kehanette bulunmak bize düşmez. Şu var ki dergilerde çok güzel, duru, nitelikli şiirler okuyoruz. Yeri gelmişken, şairlere biraz haksızlık yapıldığına dair kanaatimi de paylaşmış olayım. Dünün büyük şairleri, onların bugünkü çabasını gölgeliyor. Sanki kendinden önceki şairlerin ihtişamını aşmak zorundalarmış gibi sürekli yargılanıp duruyorlar. Kimi eleştirmenler birtakım klişelere sığınarak yapıyor bunu. Hâlbuki ihtişamın şiirsel yanı kaldı mı bunu konuşmamız gerekiyor. Önceden bir mısra parlar ve geniş kitleleri aydınlatırdı. Fakat şimdilerde bizim kitleler hâlinde aydınlanmak istediğimizi de kim söylüyor? Kısaca, ben yaşadığım çağın güzel şairleri olduğunu, onlara ait güzel şiirler okuduğumu söyleyebilirim.

5-Yeni medya, edebiyat ve sanata nasıl katkılar veriyor?
Yeni medya ve onun paralelinde ortaya çıkan yoğunluklu iletişim, sanatın ve sanat ürününün dolaşımını hızlandırdı. Artık her şeyden daha hızlı haberdar oluyoruz. Anlık etkileşim tecrübemiz edebî metinlere erişimimizi kolaylaştırdı. Yazarların güncel söylemleri ve davranışlarına dair daha çok şey biliyoruz. Fakat bütün bunlar farkındaysanız sahne fragmanları. Vitrindeki hareketlilikten söz ediyoruz. Sözü, beyaz ekranın edebî eserlerin yazım sürecini nasıl etkilediğine dair irdelemeye doğru kaydırırsak biraz içimiz kararıyor. Çok aktifiz. Dikkatimiz çok dağınık. Bu çağın edebiyatı da olacak şüphesiz. Ama bu edebiyat, gözü ikide bir bildirim çubuğuna kayan bir yazarın elinden mi çıkacak, işte bundan emin değilim. Sanat hakikat gibidir, onun nabzı kalabalıkların içinde atmaz. Evet, kendimi de içine alan zalim bir yargıda bulunduğumun farkındayım. Ama durum bu. Bütün arkadaşlarımızı yedi yirmi dört konuşmaya hazır bir hâlde, cebimizde taşıyor olmamız, sanatçının ihtiyacı olan yalnızlığı elinden aldı. Özetle yeni medya getirdiği kadarını hatta daha fazlasını götürüyor kanaatindeyim. İnşallah yanılırım.

6-Türk edebiyatındaki eleştirinin icrası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yaşlılar gibi sürekli olumsuz konuşuyorum galiba. Ama Türkiye’de eleştiri, en azından benim takip edebildiğim kadarıyla, kişisel hesapların tatmin arenası. Metin dışı kişisel hesapların görüldüğü, egoların çarpıştırıldığı bir arena. Çok az sayıda nitelikli eleştiri var. Bu ortamda sistematik bir disiplinin doğmasını bekleyemeyiz tabii. Metin odaklı eleştiri yaptığını zanneden kişilerin bile iki paragraf içinde sayısız tutarsızlığa imza attığını görünce, hiç kimseye değil eleştirmenin o yazıya verdiği emeğe üzülüyor insan. Hâlbuki eleştiri sanat için yaşamsal bir işleve sahip. Yazıp çizen insanlar olarak ciddi, tutarlı ve metin odaklı eleştirilere en az kelimeler kadar muhtacız.

7-Yeryüzüne dayanabilmek, özgürlüğe kaçmak için ne/ler yapıyorsunuz?
Bu güzel soruya ideal cevabı verecek olgunluktan maalesef uzağım. Fakat dürüst olabilirim. Yeryüzüne dayanabilmek için gökyüzüne, gökyüzüne dayanabilmek için yeryüzüne kaçıyorum. Özgürlük için epey şeyimi feda ettim. Ama hiçbir fedakârlık, beni yerle gök arasında kapana kısılmış bir fare gibi dolanıp durmaktan alıkoymuyor.

8-Politik düşünceniz bu ülkeye neler söylüyor?
Gittikçe daha az şey söyleyen bir yere geldim. Bile isteye, gayret ederek, sabırla geldim buraya. Politik düşüncemi, “anlamaya” dönük bir yatağa kaydırmak istedim. Söylenenler eskiyor, teklif edilenler çürüyor. Bu ülkeye dair soru ve cevaplarımız şu on yıl içinde nasıl da değişti. Defalarca değişti. Bizim ülkemize özgü bir şey değil bu. Hayat idealleri, diskurları, heyecanları ve elbette cevapları kolay eskitir. Sürecin sonunda başa da dönemezsiniz. Çünkü orada sizi bomboş bir kulübe bekler. Şimdi biraz da edebiyattan tevarüs ettiğim sezgiyle sadece şöyle bir politik tavrı korumaya, ayakta tutmaya çalışıyorum: Bizi birbirimizden uzaklaştıran bütün politik teklifleri itibarsızlaştırmak! Önce kendi kalbimde ve zihnimde. Şüphesiz söylediğim kadar kolay değil bu. Türkiye tutkulu bir ülke. Bu tutku kimi zaman birbirimize yönelik gaddarlığa yol açabiliyor. Enerjimizi on yıllardır birbirimize karşı tükettik. Hâlbuki bu kör dövüşünün yarısı kadar, Türkiye’nin dünyada neye tekabül ettiğini anlamaya dönük çaba içinde olsak her şey bambaşka olurdu. Bu benim duam da olsun aynı zamanda.

9-Sanat muhalif midir?
Evet. Sanatçıyla dünya arasındaki her sürtünme doğası itibarıyla böyle sonuç verir. Ama burada muhalefet kelimesini kullandıysak, onun yöneldiği iktidar kelimesini de hatırlamak ve az çok çerçevelendirmek durumundayız. Sanatçının hedef aldığı otorite, ister tarihsel ister güncel olsun, her halükarda genel geçer politik süreçlerin arızalı sonuçlarıdır. Dünyevi ve yüzeysel kirlilikten söz ediyoruz. Kirli olanla onun diliyle ve onun hizasına inerek hesaplaşmak eninde sonunda sanata ve sanatçıya zarar verir.  Gücün kaybedecek bir şeyi yoktur. Çünkü kendisi başlı başına dünyevi yani alçalmış bir başarıdır. Sanatçının yüzeydeki kirlenmeyle değil, o kirlenmenin kaynağıyla ilgilenmesi gerekir. Aksi hâlde gücün bir unsuru, kirlenmenin bir parçası olmaktan korunamayacaktır. Bir iktidara muhalif olmak kişiyi sanatçı kılmaz. Çünkü bir sonraki iktidarda varlık sebebi ortadan kalkmış olur. O zaman şu soru ortaya çıkar: Hani sanatçı muhalifti? Sanat, kişiyi bir iktidara veya otoriteye muhalif yapabilir. Doğru denklem budur. Doğru ve en az kirli.

10-Bu sözcükler hakkında ne düşünüyorsunuz: Kader, gelecek, günah, ölüm, rüya, kayıp, zaman.
Kader: Burukluk
Gelecek: Tekrarın tekrarı
Günah: Çürüme
Ölüm: Sessizlik
Rüya: Öykü
Kayıp: İnsan
Zaman: Hızar

Yorumlar