"2010 Kuşağı Öykü Kanonu" adını verdiğimiz ve Türk öyküsüne dergilerde, kitaplarda hayat veren yazarlarımızla birlikte bir soruşturma gerçekleştiriyoruz. Öykücüler, hem kendilerini anlatacak hem de öykü anlayışlarının penceresindeki görünen dünyayı bize aktaracaktır. Ellinci soruşturmamıza yanıt veren öykücü Mustafa Orman olacak. 1987'de Kars'ın Digor ilçesinde doğdu. 2011-2014 yılları arasında İzafi dergisinin yayın yönetmenliği görevini yürüttü. Öyküleri; Dünyanın Öyküsü, Varlık, Notos, Sarnıç, Yumuşak G, Natama, Yokuş Yola, Tuhaf, İzafi dergilerinde yayımlandı. İlk öykü kitabı Derdin İncinmesin 2016 yılında Everest Yayınları'ndan okuyucuyla buluştu. İkinci öykü kitabı Ovada Paldır Küldür yine aynı yayınevi tarafından 2019'da yayımlandı. İnternet dünyasında söyleşiler de yayımlayan öykücü adına ekşi sözlük'te bir başlık da bulunuyor. Cihat Duman, blogunda, kendi deyimiyle "ifşa" olarak nitelediği yazılarından birinde Mustafa Orman'ın dergisi İzafi'yi ve yazarın öykü anlayışını eleştiren bir yazı yayımlamıştır.
1- Metinlerinizi
var eden dil olan Türkçeye bir gün minnet borcunuzu ödemek için ne yapmak istersiniz?
Kulağıma fısıldanan ve içime ilk değen dil Kürtçedir.
İlkokul üçüncü sınıfa kadar okuma yazmam pek iyi değildi. Türkçe konuşmak da
birkaç kelimeyi geçmiyordu. 1997 yılında bir yıl kadar İstanbul’da kalmıştım. O
kadar çok tabela vardı ki, şaşırmıştım. Ne zaman bir yerlere gitsek, tabelaları
okumaya çalışırdım. O tabelaları okuya okuya Türkçeyi sökmüştüm. Fakat ne
olursa olsun bütün benliğimle, hafızamla Kürtçeyi kendimde taşıyorum. Düşüncemin
ilk başladığı yer orası. Şöyle ki, yazarın bir dile ya da başka bir argümana
minnet borcu olmalı mı ya da var mı emin değilim. İllaki bir borç meselesine dönüşecekse
eğer bu, bir gün mutlaka anadilim Kürtçeye borcumu ödemek isterim.
2-Türkçede öykünün şimdiki
ve gelecekteki hâli nasıldır?
Son dönemde basılan öykü kitaplarının sayısında
önceki yıllara göre epey bir artış var. Öyküye olan ilgi de görüldüğü kadarıyla
yüksek. Öte yandan belirli detaylara boğulmuş, aynı konu etrafında dönen ve
kurgudan uzak metinler de çoğunluktadır. Kitaptan çok, yazarın çevresiyle, çevresinin
yüksek perdeden konuşmasıyla, reklamcılığın işin içine girmesiyle yazar daha çok
konuşuluyor. Bu nedenle okumayı büyük bir uğraşı olarak gören okurlarda -ki sayıca
az olsalar da-, yazarın takınmış olduğu bu duruş bir uzaklık da doğuruyor. Öykünün
şimdiki hali bundan ibaret, geleceğe de ancak ve ancak 5-10 kitap ya kalır ya
kalmaz.
3-Öykü,
hayatın neresindedir?
Nereden neyin geleceğini bilmediğimiz yerde.
4-Öykünün penceresinden
Türk şiiri nasıl görünüyor?
Son dönem şairlerini okumayı pek tercih
etmiyorum. Birkaç kişiyi okudum. Nasıl göründüğüne dair bir şey söylemem
zorlama olur, okumadıklarıma da haksızlık olur.
5-Yeni
medya, edebiyat ve sanata nasıl katkılar veriyor?
Katkısı var mı, illaki vardır. Bana bazen her şey
boşmuş gibi geliyor. Bu hepimizin görünürlüğü, sanki ürettiklerimize zarar
veriyor. Ama bir yandan da buradayız diyoruz. Tuhaf bir çelişki biliyorum, ama
beni boy boy tiksindirdiğini söyleyebilirim.
6-Türk
edebiyatındaki eleştirinin icrası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Üretilen eserlerin kalitesi eleştiriyi de
belirliyor. Ne yazık ki, eleştirmeni yönlendirecek, ona eleştiri alanı açabilecek
eserlerin yazıldığını düşünmüyorum. Bunun tam tersi de mümkün. Ülkenin genel
yapısını baştan aşağı değiştiren birçok olay yaşandı, bunların edebiyata işlenmesi
belki şimdi erken, ya da işleyenlerin nasıl işlediği eleştirmenlerde bir kapı aralamadığı
için eleştiri icrası da bu yüzden ilerlemiyor. “Eleştiri yok” diye kurulan cümlelerin
hiçbir karşılığı yok bence. Bu cümleyi sarf ederken en vasat olanı da aynı zamanda
ön plana çıkarmayı da ihmal etmiyor yakınan kişi. Çünkü eleştiri az da olsa
var, ama neye var, nasıl var, mahiyeti nedir bununla ilgilenen kimse yok. Körler
sağırlar birbirini ağırlar noktasındayız.
7-Yeryüzüne
dayanabilmek, özgürlüğe
kaçmak için ne/ler yapıyorsunuz?
Çabucak eve dönüp kendime tahammül etmeye çalışıyorum.
8-Politik düşünceniz bu ülkeye neler söylüyor?
Bu soruya hiç cevap vermemek de, cevap verip
politikayla ilgilenmediğini söylemek de politiktir. Söyleyecek çok şey var, söyleyeceklerimin
tekrara dönüşmesini istemiyorum. Kötülük tohumlarını her bir yere serpenler için
gelecekte kötü olarak anılmalarını, ömürlerinin sonuna kadar aynı kötülükleri görmelerini
diliyorum. Herkesin hakkettiği ad ile anılmalarını diliyorum.
9-Sanat
muhalif midir?
Eğer sırf muhalif olmak düşüncesiyle yapılıyorsa
muhalif değildir. Yani sanatçının kendini böyle bir potaya indirgemesi
muhalifliği ortadan kaldırır. Sanat siyaset yapamaz. Çünkü sanat siyaset üstüdür,
kavgası dünyanın her şeyiyledir. Öte yandan sanatın işi sorgulamak olduğuna göre
doğal olarak muhalifliği de kendinde barındırır. Yani kendi iç gerekliliğinde
yeni bir yönetim doğurur. Belki hakikat tamamıyla keşfedilemez, ama sanat
hakikati yeniden üretebilir. Doğayı kopya ederken ona farklı bir ruh vermek
gibi. Üretilen sanat eserlerinde, duyusal deneyimler yarına dair ipuçları verir,
karşı tarafı buna hazırlar, belli bir forma sokar. Bu yüzden de sanatın dünyaya
karşı bir muhalifliği her zaman vardı, var olacaktır da. Kısacası şu, sanat
eserinin kendine dair ortaya attığı argümana karşı çıkışlar varsa, doğal pratiğiyle
karşı muhaliflik doğuruyorsa, sanatın ürettiğiyle de karşı çıkışlarıyla da “muhalif”
kavramını ortaya attırıyorsa, her daim muhaliftir.
10-Bu sözcükler hakkında ne düşünüyorsunuz: Kader,
gelecek, günah, ölüm,
rüya, kayıp, zaman.
Kader: Bilmemek.
Gelecek: Kırıntıları taşıyan karıncalar.
Gelecek: Kırıntıları taşıyan karıncalar.
Günah: Zulüm
Ölüm: Hiçbir zaman geçmeyen boşluk hissi.
Rüya: Sonradan hatırlayıp çekemediğimiz fotoğraflar.
Kayıp: Bir saniyede olup biten her şey.
Zaman: Aksayan yaşam.
Yorumlar
Yorum Gönder