2010 Kuşağı Öykü Kanonu Soruşturması - 53: Ali Necip Erdoğan

"2010 Kuşağı Öykü Kanonu" adını verdiğimiz ve Türk öyküsüne dergilerde, kitaplarda hayat veren yazarlarımızla birlikte bir soruşturma gerçekleştiriyoruz. Öykücüler, hem kendilerini anlatacak hem de öykü anlayışlarının penceresindeki görünen dünyayı bize aktaracaktır. Elli üçüncü ve son soruşturmamıza yanıt veren öykücü Ali Necip Erdoğan olacak. 1971'de Yozgat'ta dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Yozgat’ta, lise öğrenimini Kayseri’de tamamladı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinden 1996’da mezun oldu. Öyküleri Heceöykü, Hece, Mahalle Mektebi, Muhayyel gibi dergilerde yayımlandı. Diğer Şeyler adlı öykü kitabı 2020'nin Ocak ayında Hece Yayınları etiketiyle okurla buluştu. Çeşitli dergilerde yayımlanan kritik ve tanıtım yazıları, kitabın bazı kesimlerde yankı bulduğunun işareti oldu. Ali Necip Erdoğan aynı zamanda Heceöykü dergisinin yayın kurulu üyesidir. Evlidir ve bir erkek evladı vardır.

1- Metinlerinizi var eden dil olan Türkçeye bir gün minnet borcunuzu ödemek için ne yapmak istersiniz?
Dil, içinde yaşadığımız ev gibidir. O yüzden dil ile olan ilişkimiz alacak verecek ilişkisi üzerinden değil de emniyet/emanet bilinci üzerinden tanımlanmalı, anlaşılmalıdır. Evimizi temiz tutarız, havalandırırız, ayakkabılarımızla girmeyiz, annemiz, babamız, kardeşlerimiz, dedelerimiz, ninelerimiz de o evin içindedir. Evimizde saygı ve sevgiyle varlık kazanırız. Önce onlara emanet edilmiş biri olarak var olur, sonra da onların emanetini devralırız. Tüm dünyayı evimizin içinde pratik eder ve öğreniriz. Evimize karşı sorumluluklarımız ve ödevlerimiz vardır. Dil ile olan ilişkimizde aynen evimizle olan ilişkimiz gibidir. Dilimize yönelik sorumluluğumuz ve ödevimiz onu iyi, doğru, temiz ve etkili kullanmaktadır. Ona saygısızlık etmemektir, yani kavramların/kelimelerin içini boşaltmadan, onların anlam evrenini daha da genişletmek gayretiyle görevimizi icra edebiliriz. Evin içinde yapılırız. Yapım ekleri bizim durum ve kapasitemizi belirler. Çekim ekleri yönümüzü tayin eder. Cümle dizilimi (özne-tümleç-yüklem) düşünme biçimimiz belirler. Noktalama işaretleri, duracağımız yeri, soluklanacağımız alanları, şaşırma ve hayret alanlarımızı, nasıl soru soracağımızı ve cevabı nasıl bulacağımızı, bazen nasıl sabırla bekleyeceğimizi ve nereye nasıl bağlanacağımızı öğretir. O halde eve karşı kesinlikle ödev ve sorumluluk bilinciyle hareket etmeli ve asla saygısızlık etmemeliyiz diye düşünüyorum. Kişi evine hor davranmazsa, evi de ona dünyayı açar.

2-Türkçede öykünün şimdiki ve gelecekteki hâli nasıldır?
Öykü, nicelik ve nitelik olarak yükselişte. Çok sayıda öykü dergisi olduğu gibi çok sayıda da öykü kitabı yayımlanıyor. Nicelik artışı her zaman niteliği düşürür ama iyi öykülerin varlığını da belirginleştirir. Belirgin bir nitelik artışı olduğunu düşünüyorum. Çok iyi öykülerle karşılaşıyoruz. Öykünün gelecekte nasıl şekilleneceğini anlamanın bir yolu da günümüzdeki eğilimlere bakmaktır. Öncelikle hikâyeler yoluyla öğreniriz. Masallar, mitler ve fantastik anlatılar ve belki bilim kurgu çok talep görüyor. Bu metinleri okuyan gençlerin gelecekte bu beslendikleri kaynakları hem biçimsel olarak hem de içerik olarak daha etkileyici anlatılara dönüştüreceklerini düşünüyorum. Bir de baki olan, kalıcı olan sorulardır. Cevaplar her döneme göre değişebilir. Soruları algılayanların ve o soruları metne dönüştürenlerin her zaman var olmaya devam edeceklerini düşünüyorum. Çünkü edebiyat önünde sonunda kurgudur ve kurgu belirli bir düzende söylemeyi ifade eder. Her yeni nesil bu belirli bir düzende söyleme işini varyasyonel olarak üretecektir. Her varyasyon aynı zaman da yeni bir dil demektir. O zaman dil titizliği ve anlatılacak olanın kurgusu gelecekteki metinler için de kaçınılmaz olarak geçerli.

3-Öykü, hayatın neresindedir?
Öyküyü var eden yaşanmışlıklardır. İnsan acısını da sevincini de paylaşmaktan (anlatmaktan) kaçınamıyor. Acısını ya da sevincini anlatmak isteyen biri, diğerlerinin merak duygusuna hitap etmiş oluyor. Eğer merak uyandırmıyorsa ve çoğu kez ibret barındırmıyorsa zaten anlatıcı bizzat anlatılmaya değer bulmuyordur. Bizim bir hikâyeyi bilmek istememizin nedeni, benim başımdan geçenlerin diğerleri tarafından nasıl algılandığı ya da diğerlerinin başından geçenlerin benim hayatıma etkisi nedeniyledir. Burada olup bitenle, orada olup biteni kıyaslamak. Böylece kendimizi görüyoruz. Nasıl biri olduğumuzu anlayabiliyoruz. O zaman bizi var eden çevresel, duygusal koşulları incelemeye, analiz etmeye başlıyoruz. Hikâye var oluşumuzun zorunlu bir koşulu. Hem kendi hikâyemiz hem de diğer hikâyeler. Dolayısıyla öykü, hayatın bir yerinde değil, bizzat hayatın kendisi. Aynı zamanda insan arzu ve isteklerden, hayallerden oluşur. Hayalini gerçekleştirmek için bir yerden başka bir yere gider. Hayal o kadar gerçektir ki, herkesi peşine takıp sürükler. Bir noktadan sonra insan bakar ki bir kader edinmiş. İşte bu öyküdür yani hayattır.

4-Öykünün penceresinden Türk şiiri nasıl görünüyor?
Öykünün penceresi dediğinizde tek bir pencereyi vurgulayarak, başka pencereler olduğunu da söylemiş olursunuz. Demek ki öykünün bir penceresi şiire bakıyor, diğer penceresi romana, bir başka penceresi denemeye, tiyatroya, sinemaya bakıyor. O zaman şunu demiş oluyorsunuz: öykü diğer türlerden nasıl etkileniyor ya da besleniyor? Ama ben sadece şiirden nasıl etkilendiğini/beslendiğini merak ediyorum. Soruyu bu kadar açımlamamın nedeni öykünün bu türlerin tamamından etkileniyor oluşudur. Şiirin hepimizin dünyasında ayrı bir yeri var şüphesiz. O yüzden şiire bakmamak mümkün değil. Şiir imgeler dünyasıdır. Öykü ise imgelere hareket kazandırır, onları bir akışın içinde (olay örgüsü) canlandırır. Türk şiiri çok etkileyici imgeler üretiyor. Şairlerimiz sadece duyguyu değil düşünceyi de önemsiyor. Son dönemde hayatımızı etkileyen her konuya temas eden, toplumsal değişim ve dönüşümü etkileyen internet ve dijital dünyanın getiri ve götürülerini işleyen şiirler okuyoruz. Bunu çok önemsiyorum. Hayattan kopuk imgeler değil de bizzat hayatı inşaa eden imgeler üretiyorlar. Geçmişin kültürel kodlarını yeni dönemde modernize etmeyi başarmış çok sayıda şairimiz var. Bu da öykücü için bakmadan yapamayacağı bir alan anlamına geliyor. İyi ki şiir var ve şairlerimiz iyi ki imge üretiyorlar.

5-Yeni medya, edebiyat ve sanata nasıl katkılar veriyor?
Yeni medyan kastınız sosyal medya zannediyorum. Sosyal medya hem toplumsal hem de bireysel olarak değişim ve dönüşümü hızlandırdı. Mesafeleri kaldırarak “benzerleri” bir araya topladı. Aynı zamanda da “benzemezleri” takip etmeye imkân verdi. Ancak değişimin yönü hala kontrol edilebilir değil. Kontrol edilmeli mi onu da bilmiyorum ama kontrol edilemediği açık. Ayrıca herkesi ulaşılabilir bir konuma taşıdı. Herhangi bir şeyin uzun süre gizli kalması mümkün değil. İşte bu ortamda sanat ve edebiyatın etkileşimi de hızlandı. Birçok yazar, metinlerine anında tepki alabiliyor. Hatta metinlerini bu tepkilere göre yeniden şekillendirebiliyor. Burada yazarla okuyucunun etkileşimi bakımından Haldun Taner’in Ayışığında Çalışkur'unu hatırlatmış olayım. Ressamlar galeriye gitmek yerine kişisel sitelerinden eserlerini sergileyebiliyor ve satabiliyor. Sanatçılar arasındaki etkileşim de çok hızlandı. Diğerlerinin neler yaptığını anında görebiliyorsunuz ve kendinizi buna göre yeniden şekillendirebiliyorsunuz. Bir yönü de bir şekilde imkân bulamamış kişilerin sosyal medya üzerinden yazara, şaire, ressama vb. dönüşmesi. Bunu kendimden de söyleyebilirim. Sosyal medya üzerinden yazmaya başladım ve sonra yazılarımı, öykülerimi dergilere gönderdim. Sosyal medya cesaretlenmenizi de sağlıyor. Olumsuz yanları da var tabi ki. Mesela sosyal medyadaki görünürlüğünüz, orada kaybettiğiniz zaman, çalışma hızınızı düşürdüğü gibi zaman zaman da eserlerinizin niteliğini düşürebiliyor. Dengeli kullanmak gerekiyor.

6-Türk edebiyatındaki eleştirinin icrası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Eleştiri büyük emek ve gayret isteyen bir uğraştır. Metne, bütün bir birikimi arkanıza alarak bakmanızı gerektirir. Daha önce neler yapıldığını, nasıl yapıldığını bilmeniz gerekir ki, söz konusu metnin neyi nasıl yaptığını tespit edebilesiniz. Bir de eleştiri, edebi metin için hayati değerdedir. Yazar, metninin nerede durduğunu ve neleri başarıp başaramadığını, eleştiri vasıtasıyla görebilir. İki şey açığa çıkıyor: metni değerlendirebilecek yetkinlikte bir eleştirmen ve bu eleştiri yoluyla metnini görebilmeyi isteyen yazar. Metni değerlendirebilecek yeterlilikte olmayan eleştirmenlerin yazarları küstürdüğüne şahit olduğumuz gibi metni değerlendirilmediği için ne yaptığının bilincinde olmayan yazarları da görüyoruz. Ülkemizde çok az sayıda yetkinliğini kanıtlamış eleştirmen var ve onların da tüm metinleri değerlendirmesine imkân yok. Özellikle dergilerimizin eleştirmen yetiştirmek konusunda daha gayretli olması gerektiğini düşünüyorum.

7-Yeryüzüne dayanabilmek, özgürlüğe kaçmak için ne/ler yapıyorsunuz?
Bu zor bir soru. Bir şeyler yaşıyoruz ve sonrasında dönüp bakıyoruz neler yapmışız diye. Kendi geçmişimize bakarak bunları söyleyebiliyoruz. Ama şimdiki zamanda bunları söyleyebilmek oldukça zor. Sadece şunu söyleyebilirim: bugün doğru yerde durmaya gayret edersek geleceğimizi de doğru şekillendirebiliriz. Özgürlüğün ne olduğunu bildiğimizi zannetmiyorum. Çünkü bu labirentten kaçan farenin yeni bir labirent inşaa etmesi gibi bir şey. Özgürlüğünüzü var etmek ve onu korumak için gösterdiğiniz girişim ve çabalar bir süre sonra sizi hapseden girişim ve çabalara dönüşebiliyor.

8-Politik düşünceniz bu ülkeye neler söylüyor?
Kendi hayat stratejimi şu cümleyle ifade edebilirim: anlamaya gayret et! Ben etrafımda olup bitenleri anlamaya gayret ediyorum. Kültürel, dini, siyasi bir coğrafyada var oldum ve o coğrafyanın beni var eden koşullarını önemsiyorum. Bir de birbirinin karşıtı olan iki taraftan birini desteklediğinizde zorunlu olarak diğer tarafın varlığını onaylamış oluyorsunuz. İdeolojik bölünmelerin, tarafgirliğin böyle bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Karşıt düşünceyi reddediyor oluşunuz sizin düşüncenizin doğru ya da geçerli olduğu anlamına gelmiyor. Toplamları sıfır olan bir politikanın, siyasetin ya da ideolojinin tarafı olunamaz. Asıl değer bunların üzerindedir. Vicdan, merhamet, hak/hukuk, adalet gibi değerler her şeyin üzerindedir, ekmek ve sudan daha kıymetlidir. Dolayısıyla politik düşünceden ziyade “değer” merkezli bir düşünce daha anlamlı ve yapıcı. Tahterevallide oyun oynayan iki çocuktan birinin daha ağır olması oyunu bozar ve bu tamamen fiziksel bir durumdur. Kavga/çatışma nedeni olamaz. Ve bizler yani oyunun izleyicileri bu çocuklardan birini destekleyerek oyunu oynanabilir hale getirebiliriz ama bu çocuk niye ağır, öbür çocuk niye zayıf gibi tartışmalara girdiğimizde oyun hiçbir zaman oynanamaz.

9-Sanat muhalif midir?
Sanatsal üretimin kaynağı nedir, diye sormak gerekir. Yani sanatçı hangi güdüyle, hangi istek ve arzuyla bu eseri ortaya çıkarmıştır? Kendi iç dünyasının bir yansıması olarak bu eser var olduysa evet bir şeylere itirazı var demektir. Yani denge arayışı söz konusu olduğu için iç dünya bu şekilde bir eser yaratarak dengeyi arzulamıştır. Bu da zorunlu olarak onun daha güçlü ya da baskın olana itirazıdır. Anlatı, bir eksikliği ya da haksızlığı veya baskı nedeniyle görünmez hale geleni ortaya çıkardığında; tam olana, haklı olduğunu düşünene, uyguladığı baskı nedeniyle kendini görmeyene muhalefet etmiş olur. Hayat, dengeyi arar.

10-Bu sözcükler hakkında ne düşünüyorsunuz: Kader, gelecek, günah, ölüm, rüya, kayıp, zaman.
Kader: Tercih.
Gelecek: Şimdi.
Günah: Vesile.
Ölüm: Yaşam.
Rüya: Sanat.
Kayıp: Hüküm.
Zaman: Sessizlik.

Yorumlar